Bu blogda, ana sayfada ilk kez hava ve iklim dışında bir konuda yazı yazıyorum. Konu dışına çıktığım için kızacaklardan şimdiden özür diliyorum, ama ‘bilim insanı’ kimliğimin sorumluluğu ile bir iki ‘politik’ kelam etmem gerekir diye düşündüm. Bu vesileyle de herkese barış içinde, huzurlu bir Ramazan ayı diliyorum.
—————————–
Türkiye, her alanda teknoloji geliştiren, üretim yapan, kendi kendine yeten bir toplum olmaya ‘özeniyor’. Sokakta kimi çevirip sorsanız “tabii ya, öyle olmalı” der en azından.
Fakat bütün bunların ‘hakikaten’ gerçekleşebilmesinin hem ön şartı, hem de gerçekleşmeye ucundan kıyısından da olsa başlamasının kaçınılmaz sonucu şudur: Eleştirel aklı rehber edinmiş, her söylenene inanmayan, öğrendiklerini sorgulayan, haklarının farkında olan, yeri geldiğinde (hatta yerli yersiz) itiraz eden ‘birey’lerin ortaya çıkması. Çünkü endüstriyel kalkınmanın olmazsa olmazı, bilime/eleştiriye dayalı eğitimdir; bu eğitim de sözü edilen ‘baş belası’ bireyleri eninde sonunda yaratacaktır. ‘En iyi’ denen üniversitelerin ‘en muhalif’ olması, ‘zekice’ bulunan esprilerin ezici çoğunluğunun ‘çapulcu’lardan gelmesi bu bakımdan tesadüf değildir. Donanımlı bireyler köle olmayı kabul etmezler, ‘sus payı’na razı olmazlar… Pastadan ‘hak’ları olan büyükçe bir dilim, kendilerini ilgilendirenler başta olmak üzere her türlü karar sürecine katılım ve en önemlisi daha fazla ‘prestij’ isterler.