Bu blogda, ana sayfada ilk kez hava ve iklim dışında bir konuda yazı yazıyorum. Konu dışına çıktığım için kızacaklardan şimdiden özür diliyorum, ama ‘bilim insanı’ kimliğimin sorumluluğu ile bir iki ‘politik’ kelam etmem gerekir diye düşündüm. Bu vesileyle de herkese barış içinde, huzurlu bir Ramazan ayı diliyorum.
—————————–
Türkiye, her alanda teknoloji geliştiren, üretim yapan, kendi kendine yeten bir toplum olmaya ‘özeniyor’. Sokakta kimi çevirip sorsanız “tabii ya, öyle olmalı” der en azından.
Fakat bütün bunların ‘hakikaten’ gerçekleşebilmesinin hem ön şartı, hem de gerçekleşmeye ucundan kıyısından da olsa başlamasının kaçınılmaz sonucu şudur: Eleştirel aklı rehber edinmiş, her söylenene inanmayan, öğrendiklerini sorgulayan, haklarının farkında olan, yeri geldiğinde (hatta yerli yersiz) itiraz eden ‘birey’lerin ortaya çıkması. Çünkü endüstriyel kalkınmanın olmazsa olmazı, bilime/eleştiriye dayalı eğitimdir; bu eğitim de sözü edilen ‘baş belası’ bireyleri eninde sonunda yaratacaktır. ‘En iyi’ denen üniversitelerin ‘en muhalif’ olması, ‘zekice’ bulunan esprilerin ezici çoğunluğunun ‘çapulcu’lardan gelmesi bu bakımdan tesadüf değildir. Donanımlı bireyler köle olmayı kabul etmezler, ‘sus payı’na razı olmazlar… Pastadan ‘hak’ları olan büyükçe bir dilim, kendilerini ilgilendirenler başta olmak üzere her türlü karar sürecine katılım ve en önemlisi daha fazla ‘prestij’ isterler.
Şimdi, bu bilgiler ışığında Türkiye’nin yöneticilerinin bir karar vermeleri gerekiyor: ‘Gelişme’nin ön şartlarını ve beraberinde getirdiklerini kabullenebilecekler mi? Toplumu ve ekonomiyi ileriye taşıyacak iyi eğitilmiş / kalifiye bireylerin, ve bu bireylerden oluşan kitlelerin taleplerini karşılayabilecekler mi?
Gezi Parkı sürecinde şu güne kadar yaşadıklarımızdan, ben cevabın ‘hayır’ olduğunu çıkarıyorum. Bu, aklıma yöneticilerimizle ilgili üç ihtimal getiriyor:
1) Eski, güç gösterisine ve itaat beklentisine dayalı yönetim şeklinin, hayalini kurdukları ekonomik düzeyi yakalamaya yeteceğini düşünmektedirler, ‘modern’ bir tarza ‘şimdilik’ ihtiyaç olmadığını varsaymaktadırlar. Yanıldıkları açıktır. Eski ‘otoriter’ yöntemle, ihtiyaç duydukları kalifiye bireylerin üretim süreçlerine yeterince dahil edilebilmesi veya onlardan verim alınabilmesi mümkün değildir.
2) Toplumun ve ekonominin nasıl işlediğini anlayabilecek, dünyanın ve hayatın mevcut durumunu değerlendirebilecek bilgiye ve görgüye sahip değildirler. Yukarıda bahsettiğim eski yönetim şekillerini sürdürerek ‘Osmanlı’yı canlandırabileceklerini ciddi ciddi sanmaktadırlar. ‘Borç para’ bulabilmeyi ve ‘eldekini avuçtakini satarak’ açık yamamayı ‘başarı’ addetmektedirler.
3) Gerçek bir ‘kalkınma’ umurlarında değildir. Günü kurtarmak ve kendilerini destekleyenleri coşturarak iktidarlarını perçinlemek için yalana ve zora başvurmaktadırlar.
Üç durumdan hangisi geçerli olursa olsun, mevcut yönetim ‘tavrı’ devam ederse bence geminin batması kesindir ve batan gemide herkes boğulacaktır. Umarım birinci durum geçerlidir, en kısa zamanda yöneticilerin ve iktidar sahiplerinin en azından bir kısmı akıllarını başlarına toplarlar ve Türkiye’nin çıkmaya yeltendiği uçuruma gerisin geriye yuvarlanmasına izin vermezler.
Sanırım bu saatte herkes uyuyor. Ben televizyonda Hatay’ı izliyorum şu an, sokaklar cehennem gibi alev alev yanıyor 20 yaralı var, 2 gözünü kaybetmiş, 1 kişi ise kafasına kapsül gelmesi sonuca beyin ameliyatına alınmış. Armutlu ilçesinde yine palalılar eylemcilere saldırmış ve serbest bırakılmışlar. Allah aşkına biz ne yaptık bu kadar kötülüğü hak edecek? Yaşananlar çok sinir bozucu, bırakın adamlar cenazeleri gömsünler bu kadar mı zor ya. Bu arada Davutoğlu’nun oğlu TED’de fakirlik bursu almaya başlamış (bu bilgi yalanlandı – Ozan), bu akşam ise Pendik’teyim 9-10 yaşlarında mendil satan, araba camı silen vs. işler yapan bir sürü çocuğa rastladım. Hala bu ülkede adalet olduğunu düşünüyorsan eğer Allah acil şifalar versin.
Keşke herkes senin gibi insan olsa, vicdanı olsa. Allah’ı dillerinden düşürmeyenlerin Allah korkusu yok. Bunu çok iyi gördük son 1,5 aydaki süreçte. Kana bulanmış elleriyle, böylesine kirli amellerle öte dünyada nasıl çıkacaklar Rabb’in karşısına? Hiç mi düşünmezler?
Kendilerine göre hepsi cennetlik. Başlarındaki ne diyorsa o. Din adı altında bir sürü insanın düşünceleri köreltiliyor. Bakın bir ayette ne yazıyor;
” …ARTIK İNSANLAR ARASINDA ALLAH’IN İNDİRDİĞİ İLE HÜKMET VE SANA GELEN GERÇEKTEN AYRILIP ONLARIN KEYİFLERİNE UYMA! SİZDEN HER BİRİNİZ İÇİN BİR ŞERİAT VE YOL BELİRLEDİK. ONLARIN ALLAH’IN İNDİRDİĞİ ŞEYLERİN BİR KISMINDAN SENİ ŞAŞIRTMALARINDAN SAKIN! ” -MÂİDE :48-49 :
Bugün Bosna’daki Sırp katliamının yıl dönümü. Daha ismi olmayan bebekleri bile katletmişler. Her zamanki gibi birlik olamayan İslam toplumunun yaşadığı olaylardan birisi. Oradaki Müslüman kardeşlerimizi de unutmayalım.
Srebrenica’da ırkçı Sırpların yaptığı soykırım, Avrupa’nın ortasında herkesin gözü önünde ve haberi varken olmuş, gerçekten de yakın tarihin en korkunç olaylarından biridir. Yapanlara ve göz yumanlara lanet olsun. Ağustos ayında Vişegrad ve Srebrenica’ya gidip hem oraları göreceğim, hem de katledilen tüm masum insanlar için dua edeceğim.
Öte yandan benim fikrime göre zulmedilen, baskı gören insanlara sahip çıkmamız için Müslüman olmalarına gerek yoktur. Kim olursa olsun mazlumun yanında olmak, bence hem insanlığın hem de -bildiğim kadarıyla- Müslümanlığın olmazsa olmazıdır.
Tabii ki sadece Müslümanlara yardımla sınırlı olmaması lazım. Zaten Osmanlı tarihimize bakarsak bir çok yardım isteyen gayrimüslimlere kucak açmışız ve her zaman mazlumun yanında olmuşuz. Şu anki durum tam tersi, kendi elimizle Abd’ye verdiğimiz üslerle Müslüman ülkeler bombalanıyor. Irak,Libya… bakalım sırada hangi ülkeler var. Artık mazlumun karşısında duran bir Türkiye var. Bu arada Bosna’ya yardım eden siyasi tek isim rahmetli Erbakan Hoca’dır. Bütün engellemelere rağmen silah fabrikasını kurdurmuştur. Bazen gerçek kahramanlar gözükmez Kıbrıs Barış Harekatı gibi.
Srebrenica’da yapılan soykırımı ben de yarı Sırp kimliğim ile kınıyorum. Fakat, bence bu insanlık suçlarını sadece din çerçevesinden değerlendirerek sığlaştırmamak da gerekli. Bu tür yaklaşımlar durumu anlaşılmaz kılıyor. Oradaki olayların kökü İkinci Dünya savaşına kadar uzanıyor hatta daha da eskiye.
Boşnak toplumu gerçekte Avusturya İmparatorluğunun dinsel farklılıkları kullanarak bölgede Güney Slavlarından bir devlet yapısının varlığını engellemek amacıyla yapay olarak oluşturuldu. Gerçek şudur ki, Osmanlı İmparatorluğu döneminde o topraklarda yaşayan ve daha evvelde Sırp Krallığı’nın halkını oluşturan bir bölüm Slav İslamiyeti kabul etmiştir. Bunların önceki dinleri ezici çoğunlukla Ortodoks hristiyanlıktır. Başka ifadeyle Bosna’daki ortodoks Sırp ve katolik Hırvatların bir bölümü müslüman olmuştu. Avusturyalılar ise dinsel farklılardan yola çıkarak bunları Boşnak olarak adlandırmaya başladı aynı şekilde Çarlık Rusyası da bunu yaptı. Büyük devletlerin bunu yapması bölgede işe yaradı, yani emperyalistler bunu çok güzel başardı. (Ben şahsen Türkiye’de de Alevilerin başkalaştırılmasını buna benzetiyorum) Gerçekte aynı dili konuşan aynı ırktan olan insanlar daha önce zaten katolik-ortodoks diye bölünmüştü bir de müslüman olarak bir de ayrı bir toplum olarak ayrıştırıldı ve aslında biz müslümanlıktan yola çıkarak hala bu ayrıştırmayı farkında olmadan kaşıyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’nda da bölgede akıl almaz şeyler oldu. Naziler Hırvatların slavlaştırılmış Alman oldukları iddiasıyla Hırvatları Boşnaklarla beraber ortodokslara karşı kışkırttı ve Roma Katolik Kilisesi de faşist Hırvat Ustaşalara gaz verdi. Boşnakların gerçekte Hırvat oldukları yani müslüman cermen oldukları masallarıyla Naziler onları da Ustaşaların yanına çekti. (Hatta o dönemde Zagreb’de Avrupa’nın en büyük camiisi falan yapıldı). Faşist Hırvat-Boşnaklardan oluşan ve kendini Alman sanan Ustaşalar da o dönemde 1 milyona yakın Sırp’ı soykırıma maruz bıraktı.
Meraklı olan buralara bakabilir:
http://en.wikipedia.org/wiki/Jasenovac_concentration_camp
Özetle olayları müslümanlıkla ya da Srebrenitza ile anlayamazsınız. Balkanlar’da hiç kimse masum değil.
.Bu ülkede iktidarda var muhalefette.son 10 yıldır ekonomik ve sosyal haklardan yana yapılan işleri bir kenara koyamayız.burada bu konular hakkında yorum yapan fikirlerine değer verdiğim arkadaşlar,eğer 20- 25 yaş civarlarında iseniz siz doğmadan evvelki T.C ekonomik ve siyasi konuları hakkında TARAFSIZ kaynaklardan inceleyip bilgi edinmeniz.bu iktidara karşı açılan savaş demekrosi savaşı ise siz ya amerikadan yada norveçten geldiniz bu ülkeye.sırf muhalefet olsun diye yapılan eleştiri cehaletlik örneğidir.unutmayın yakın geçmiş müfredatta öğretilmez.bizim ülkede bir muhalefet var işler acısı.büyük önderin kurduğu siyasi yapı o öldükten sonra maalesef koltuk kapmaca kurumu olmuş.niye,çünkü siyasi yapı sağ ve sol görüş üzerine oturan bir cumhuriyette yaşıyoruz.solun ilk partisi ile sağın son partisi arasındaki bu çekişme solun koltuk kavgası yüzünden sağ partilerin egemenliğiyle geçmiş.dolayısı ile soldaki muhalefet laf atma fikir üretememe durumunda kalmış.eğer bugün eksik demokrasi var diyorsanız sorumlusu soldadır.meydanlara çıkan insanlar yanlış hedefe saldırıp yine kendi yanlışlarına çanak tutuyorlar ve bu çok acı bir gerçek.düşünün siz %25 lerde ülkede yönetim istiyorsunuz diğeri % 50 lerde istiyor.siz o %50 nin içinde olsanız durumu nasıl karşılardınız…o yüzden fikir üretemeyip halka hizmet etmeyen yapıyı kusura bakmasın sırf sözde entelektüel diye kalkıp oy vermezler.kafayı değiştirecek olan taraf ilk önce solun aklıdır.siz bir şey yapmadan size ödül verilmez.ödül hak edilir…ben bu bloğu konusunda uzman arkadaşların tutarlı tahmin ve bilgi paylaşımları nedeni ile takip ediyorum.sizler iyi yetişmiş bireylersiniz.ve bir ideolojiye bağlıda olabilirsiniz,maalesef bu ülkede ideoloji bilime karışırsa ve bilimi onunla yoğurursak bence siz genç arkadaşlar,hiç umutlanmayın sizde şu anki ortamdan daha iyi ortama ulaşamazsınız…bilim yoksa gelecekte yok.eğer aranızda o solcu bu sağcı şu komünist bu emperyalist şu dinci bu ateist gibi ayırımcılık varsa boşuna uğraşmayın….empati yoksa kendi çukurumuzda döner dururuz… hepinize saygılar sevgiler.sizi izlemeye devam konunuzda harikasınız.
Her şey bir yana da dilbilginize hayran kalmamak elde değil.
Palalı adama tutuklama talebi reddedildi:
http://www.radikal.com.tr/turkiye/polis_de_palalidan_sikayetci_oldu-1141178
Pala, mesleki bir aletmiş. Taşıması suç değilmiş.
http://m2.gazetevatan.com/News/NewsArticle?ID=552683
Baretli, deniz gözlüklü adamın serbest bırakılması talebi reddedildi:
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/ali-can-ve-arkadaslarinin-tutukluluguna-yapilan-itiraz-reddedildi-haberi-76140
Bunlarla ilgili de bir iki şey söylemek ister misiniz? Şu açıdan soruyorum, ben de demokratik hakkım olan eylemlere katıldım, polis şiddetinden korunmak için yanımda baret ve deniz gözlüğü bulundurdum. Yani ben de gözaltına alınsaydım (gözaltı keyfi yapılıyordu) şu an belki içeride olacaktım ve siz çok beğendiğiniz bu blogun içeriğinin önemli bir kısmından mahrum kalmış olacaktınız. Benim gibi iyi yetişmiş birinin özgürlüğü baret ve deniz gözlüğü taşıdığı gerekçesiyle elinden alınmış olacaktı. Bunu da muhalefet mi yapmış olacaktı? Cevabınızı bekliyorum.
Bu arada, Türkiye Komünist Partisi (TKP) yasal ve meşru bir oluşumdur. Silahlı mücadeleyi ve şiddeti desteklemez. Seçimlere katılır. Yani bir insanı TKP’ye üye diye tutuklamanın da bir yasal dayanağı yoktur.
Özgürlük arayışı hiçbir siyasi ya da ideolojik düşünceyle kısıtlanabilecek bir arayış değildir. Son bir buçuk ayda gördüğümüz gibi farklı insanları bir araya getirebilir ve getirmelidir. Özgürlükler peşinde olanlar kendine yakın ideolojileri daha da çok sorguluyorlar, nerede hata yaptık diye. Ülkemizde son 10 yılda olan gelişmeleri de gerilemeleri de iyi biliyorlar. İyi yapılan işin kimden geldiğine bakmadıkları gibi, kötü olanlara kendilerinden de olsa göz yummuyorlar. İnsan ve canlı haklarının oy çokluğuyla belirlenemeyeceğini biliyorlar. İnsanları kimlikleriyle değerlendirmenin yanlış olduğunu bildikleri için empati yapabiliyorlar. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak gerektiğini düşündükleri için, bilimsel yaklaşımlara açıklar. Bu arada bir yıl Norveç’te yaşamışlığım var 🙂
Şuncu ol buncu ol, şunu canlandır bunu canlandır hiç farketmez, gördüm ki ortak payda özgürlükler ve denetim. Özgürlük sağlayacak ve denetleyecek mekanizmalar sağlıklı çalışırsa gerisini getirecek çok güzel insanlar var bu ülkede.
Buraya bari siyaset girmesin dostlar; böyle çok iyiyiz bence…
Sevgili Ozan,
Kısa ve öz yazını beğenerek okudum. Çerçevesini çizdiğin kalkınmayı sağlayacak bir yönetici kadrosunun içinde bulunduğu durumu üç ihtimal içinde güzel biçimde değerlendirmiş ve tartışmışsın. İzninle ben bir iki ekleme yapmak istiyorum; eklemelerim senin sundukların dışında yeni bir maddede değerlendirilmeyecekler -seninkiler gayet yeterli gözüküyor- ama örnekleri çeşitlendirmek açısından yararlı olabileceğini düşünüyorum.
Türkiye gelişmekte olan diğer ülkelere kıyasla daha düşük performans gösteriyor (Bkz. Rodrik (2013)). Dahası, kişi başı milli gelirin çok büyük kısmı katma değeri düşük üretimden sağlanıyor. Yani, piyasada aranan başat özellik eğitimli olmak değil. Dolayısıyla ucuz iş gücü ne kadar çabuk sistem içine istihdam edilirse, Türkiye o denli başarılı biçimde status quo’yu koruyabilir. Mesela ben 4+4+4 eğitim sistemini dine dayalı eğitimi yaygınlaştırmaktan çok (ki bahsettiğim senaryo içinde bunun da yeri var), yeni nesli hızlı biçimde üretim çarkına sokmanın bir yolu olarak yorumlamıştım.
Ayrıca Türkiye’nin nüfus artış oranı ile yaşlanma arasındaki uyumsuzluğa işaret eden, nüfusun yaşlanırken, yenilenmesini ancak sağlayacak bir oranın mevcut olduğunu birçok merciden duyduk. Bunun acil bir sonucu sosyal güvenlik harcamalarının artması ve bu havuzu besleyecek vergi gelirinin azalması; yani günümüzde Fransa ve Almanya’nın çektiği emekli maaşı ve sağlık giderlerinin ekonomik bir iç patlamaya dönüşme tehlikesi.
Hükümet bu problemleri çözmek için kendinden beklendiği gibi çağdaş değişiklikler yapmadan – eğitim ile kalifiye elemanlar yetiştirip, katma değeri yüksek iş alanlarını teşvik ederek ve hem istihdamı artırıp hem de uzun vadede gelir sağlayacak yatırımları desteklemek yerine günü kurtarmayı hedeflemektedir (Senin 2 ve 3. maddelerin). Tüm bunlar zaten kalkınmadan çok “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” durumu ile eklemlenmiş muhafazakar refleksleri. Ortada hayali kurulan bir ekonomik düzey bence yok: Malesef gemi zaten batıyor. Cari dengeyi dışarıdan gelen sıcak parayla kapatmayı hedefleyen; sıcak para akışını çabuk ekonomiye sokabileceğini düşündüğü inşaat sektörüyle karşılamaya çalışan ancak yarattığı balonla ekonomiyi daha da büyük bir faciaya sürükleyen; IMF borcunu kapatmak için Dünya Bankası’ndan borç alıp bir de bütün bu yaptıklarıyla böbürlenen bir geminin kendisi de herhalde battığının farkındadır.
Bunlara ek olarak türlü yanıltma ve yalanlarla algı yönetimini profesyonelce kullanıp, bir de yeni Osmanlıcılığı iç politikada halk motivasyonu yöntemi olarak uygulamaları; tüm içtihatları kendilerini müdafaa etmek için değiştirmeleri; iktidarın sunduğu olanaklarla belirli bir zümrenin çıkarları için kullanmaları ve türlü bozuk fikirlerini bu uğurda uygulamaya sokmaları ve kendi ideolojilerini dayatmaya kalkmaları -yani yozlaşmış devlet anlayışının bir mirası; kültürsüz ve cahilin, nobran ve saldırganın halka, meclis sahnesinde oynadıkları tiyatroyla örnek olarak sunulduğu; kendi idare yönteminin eleştirisinin bir tehdit olarak görülüp tasfiye edilmek istendiği
(senin 1. madden) bir durumdur karşımızdaki. Kısacası muhafazakar, karşıtlarını bertaraf ederken, geride kalanları da kendi yansımasından baştan yaratmaya çalışmaktadır.
Benim de “Gelişme’nin ön şartlarını ve beraberinde getirdiklerini kabullenebilecekler mi? Toplumu ve ekonomiyi ileriye taşıyacak iyi eğitilmiş / kalifiye bireylerin, ve bu bireylerden oluşan kitlelerin taleplerini karşılayabilecekler mi?” soruna yanıtım ‘Hayır’. Son temennine katılıyorum. Bence bir an evvel yapılması gereken herkesin seferber olup içeri dolan suyu boşaltmaya çalışması.
Sevgiler.
O kadar şey var ki yazılacak ama sağduyu sayesinde çok büyük olayların çıkmasının önüne geçiliyor her seferinde. Bazıları şunlar mesela; palalı saldırganın bir polis tarafından sırtı sıvazlandıktan sonra oradan uzaklaştırılması, havaya ateş açan bir kişinin kaçtıktan sonra boş kovanları polise veren kişinin tutuklanması, eylemcilere kuytu köşelerde toplu dayak, işkence(videolu) ve taciz(bu ise şimdilik iddia), sürekli aşağılanıyoruz ayyaş, çapulcu,anarşist, marjinal vb diye, anayasanın bana verdiği toplantı hakkının sürekli polis müdahalesi ile sonlandırılması, aşırı güç kullanımı, Ahmet Şahbaz’ın serbest bırakılması, İzmir’de kız döven polisin sadece yerinin değiştirilmesi, avukatların sürüklenerek gözaltına alınması, medyanın satılmışlığı ve daha bir sürü şey yazsam saatler alır.Sözün kısası demokrasinln d’si bile şu an yok Türkiye’de, hükümet yandaşıysan palayla adam kovala, ateş aç serbestsin ama muhalifsen bisiklet kaskı taksan bile gözaltındasın (Bu olayı sabah Twitter’dan öğrendim, Marmara’da hukuk öğrencisiymiş gözaltına alınan).. Bunlar bizi tahrik eden şeyler, bazıları ufak olaylar ama biriktikçe biriktikçe dağ oluyor, gezi parkı sadece bardağı taşıran son damla oldu. Bizim de sabrımız var! Saçma sapan bir mezhepçilik politikası aldı başını gidiyor bunlar bizim cumhuriyet anlayışımıza aykırı. Emekli aylığından 80TL kesildi, 15TL’lik ehliyetten 101TL istendi, artık operatörlerden 3-4 TL daha kesilecek bunlar ve vergilerimiz Suriye’de savaşta kullanılıyor, tamam masumlar ölmesin ama benim param savaşta kullanılmasın sonra acısı bizden çıkıyor bakınız Reyhanlı 53 CAN gitti. Kişisel bir hırs uğruna hem de.
Yazının bir kısmına katılmakla birlikte bazı yerlerine de katılmıyorum. Mesela Osmanlı’yı canlandırma düşüncesi kötü bir yaklaşım olarak gösterilmiş. 600 yıllık dünya lideri bir ülkenin canlanması neden bizlere bu kadar kötü gelir ki? Kaldı ki bu hükümetin böyle bir niyetinin olacağına ihtimal vermiyorum, keşke olsa. Bize yıllarca tarih kitaplarında Osmanlı İmparatorluğunu kardeşlerini katleden sultanlar, harem içinde sefa sürenler, sürekli bir tarafa saldıran, içkiyi yasaklayıp kendisi sonuna kadar içen, bir cihan devleti olarak gösterdiler. 40 yıllık hükümdarlık süresince ömrü seferlerde geçen ve sadece 3 senesini İstanbul’da geçirmiş Kanuni’yi bile nasıl harem sevdalısı olarak bizlere gösterildiğini televizyonlarda izliyoruz. Bununla birlikte 1909’da Abdülhamit Han’ı tahtan indirip bu günküne benzer eylemler yapanlar Osmanlı’yı parçalayıp topraklarının büyük çoğunluğunu kaybetmesine neden olmuştur. 1909’da ‘vatan’ sloganlarıyla Abdülhamit’in indirilmesini kutlayan bazı azınlıklar 1919’da Yunan işgalini haçlı bayraklarıyla kutladığını da unutmayalım. Hep söylerler tarih tekrardan ibarettir, İnşaAllah bunu bir daha yaşamayız. Şunu da belirtmek isterim kimse üzerine alınmasın, eminim ki bir çok kişi gerçekten vatan uğruna bazı olaylara tepki gösteriyor ama şunu da düşünmeden edemiyorum. Bu olaylara baktığımızda terör destekçisi Abd, Avrupa ve özellikle Avrupa Parlamento’sunun bu olaylara bu kadar destek vermesi beni çok şüphelendiriyor. Tarihte bir örneği yoktur ki bunların bizim çıkarımıza olan bir olayı desteklesinler. Genel olarak düşündüğümde bu olaylar pek mantıklı gelmiyor. Tabii ki her insan özgürce istediğini söyleyebilmeli ama bu şekilde mi onu bilemiyorum. Son olarak dünyanın bir çok yerinde Müslümanlar katlediliyor, keşke bu eylemler o katledilen kardeşlerimiz için de olsa. Sadece kendimizi düşünmesek, zaten böyle olduğumuz için sürekli bir karışıklık içindeyiz ve hiçbir zaman tam olarak bir düzen tutturamıyoruz.
Osmanlı’yı canlandırma düşüncesi, eğer bundan anlaşılan Türkiye’nin gerçek anlamda daha güçlü bir ülke olması ise hiç olumsuz değil, gayet de olumlu bence. Beni yanlış anlamışsın, kastettiğim bu yöntemlerle Osmanlı’nın filan canlandırılamayacağı idi. Üç katına çıkan toplam dış borcu söylemeyip, “IMF’ye borcumuz sıfırlandı” demek kendini ve herkesi kandırmak değil midir, Ahmet’ten aldığı parayla Mehmet’e olan borcu kapatıp evde karısına hava atan adamdan ne farkı kalıyor koskoca devletin? Osmanlı’nın güçlü olduğu dönemde höt desen %10 düşen borsası mı varmış?
İkinci olarak, elbette ki bizim memlekette bir olay çıkınca bundan yararlanmak isteyenler olacaktır. Ama bu, olayların kaynağının yurt dışı olduğunu kanıtlamaz, böyle bakarsak her şeyi yanlış anlarız. İlber Ortaylı’yı mutlaka izlemenizi öneririm, konu hakkındaki görüşleri çok değerli bence:
Ozan hocam, ben de memnun değilim bir çok şeyden. Ekonomi çok kötü, tarım ve hayvancılık bitmiş, cari açığımız çok yüksek vs vs… Gel gelelim polis müdahalesi de çok orantısız ama şu da var anayasadaki madde demokratik hakların başka insanları etkilemeyecek şekilde devletin izin verdiği ölçüde kullanılmasını bize vermiş. Ben de gittim olayların olduğu zaman ama gördüğüm terör örgütü propagandası. Az bir kesim gerçekten ülke için orada. Bir eylemde içimizdeki bu bölücüleri atamıyorsak ben o eylemin inandırıcılığına şüphe ederim. Bir de çok zor dönemlerde geçiyoruz bu açılım dedikleri olay bizleri her an iç savaşa götürebilir. Bunu tetikleyecek olayların da olması hepimizin zararınadır. Bence en güzeli herkesin seçimlerde gereken cevabı vermesi. Çok değil bir iki gün önceki Mısır olaylarını da görüyoruz. Muhalif ve iktidar yandaşları ülkeyi nasıl bir yere sürüklüyorlar. Bunlardan ders alıp ona göre hareket etmeliyiz bence.
Ders alınmaz arkadaşım bu zihniyete sahip kişiler hala Mısır’da ki darbeyi övüp şu anda görev yapan hükümete diş gösteriyorlar.Senin benim veya çoğu insanın verdiği oyu hiçe sayarak “ordu göreve” yazılı pankartlarla gözlerini kırpmadan ülkelerindeki demokrasiyi öldürmeye yeltenebiliyorlar.Gezi parkı eylemlerinden 3. hava alanı ve 3. köprüye karşı çıkma gibi ,bilerek veya bilmeyerek ihanete ortak bir tavır içine giriyorlar. Millet iyi veya kötü seçimini yapmış.Seçim zamanı sandık önüne geldiğinde oyunu verirsin sonucuna saygı duyarsın.Saygı duymazsan oy veren kısımdan da saygı göremezsin.Eğer söz konusu ülkemizin ekonomik olarak,siyasi olarak,bilim olarak ileriye gitmesiyse bunun temeli demokrasi ve demokrasiye saygıdır.Demokratik ortam bozuksa ne bilim adamı bilim icra edebilir ne sanayici üretim yapabilir sonuç olarak ülke geriye gider.
1-“Demokrasiyi öldürmek” derken? Onun helvasını yedik, kırkı bile çıktı Başbakan ve saz arkadaşları sağolsun.
2-İstanbul’un kent iklimi ve doğal yaşam açısından son derece önemli, elde kalmış en son ormanlarının bir takım zenginleri daha da zengin etmek için satılmasına karşı çıkmak vatan hainliğiyse, ben açıkçası vatan hainiyim. Ama hiç değilse kafam çalışıyor, gözlerim kör değil, kulaklarım sağır değil. Ve bununla da gurur duyuyorum.
3-Beynini kullanabilenlerin bildiği üzere saygı , koşullu bir davranış değildir. Saygı koşulsuz gösterilir ve bu yüzden değerlidir.Azınlığın çoğunluğa daha çok saygı göstermesi, çoğunluğun azınlığa daha az saygı göstermesi gibi bir durum kabul edilemez. Herkes kayıtsız şartsız eşittir. Saygıyı azınlık çoğunluğa göstermek zorunda olsaydı bile bu saygı AKP yandaşları tarafından geri kalan halka gösterilmek zorunda olurdu. Çünkü “%50” iddiası bir palavradan öteye gitmiyor. 2011 seçiminde 52 milyon seçmen var, bunun 43 milyonu oy kullanmış ve oyların 42 milyonu geçerli sayılmış. AKP’nin aldığı oy ise 21 milyon. Bu da 52 milyonun %40’ı gibi bir şey ediyor. Yani mevcut iktidar bu ülkedeki kayıtlı seçmenlerin %60’ının onaylamadığı bir iktidardır. Söyleyin bakalım, şimdi kim çoğunluk, kim azınlık?
4-Ülke zaten geride yahu. Bundan daha gerisi nedir acaba ? İşlemeyen bir adalet, her gün ayaklar altına alınan insan hakları, her gün bir yenisi eklenen özel hayat müdahaleleri… Yani gerçekten çok komiksiniz. Acaba aynı ülkede mi yaşıyoruz? Hakikaten sizin ülke neresi? Ben Türkiye’deyim de…
Arkadaşım ,52 milyon seçmenin neden 43 milyonunun sandığa gittiği tartışılır.Sonuçta oy kullanmayanların oyunu tahmin etmemiz mümkün değil. Haliyle oy kullananların ki baz alınır ve bu hükümet oy kullanıp vatandaşlık görevini yapanların yüzde 50 den fazlasından olur almıştır ve iktidardır.Eğer hükümet başarısızsa bunun bedelini sandıkta öder. Demokrasi bunu gerektirir. Hükümeti seversin,sevmezsin oy veren insanları veya vermeyip destek çıkan insanları “koyun ,beyni çalışmayan,biat eden” gibi etiketlerle toptan etiketlemek hırsın ve kinin düşünce sağlığının önüne geçtiğini gösterir. Gezi parkını olayında “derdi yeşil alan olan” iyi niyetli bir grup insana diyeceğim hiç bir söz olamaz. Sözümüz,tepkimiz parkı bahane edip ortalığı savaş alanına çeviren veya çevirenlere teslim olan protestocularadır. 3. hava alanının yapılacağı yeri gidip görmedim, daha kıraç bir arazi varsa tabi ki oraya yapılmasına taraftar olurum. Eğer tepkimiz yapılacağı yere ise aynı anda yöreyi bilen arkadaşlar yapılması gereken daha uygun yeri de önermek zorunda ki, eleştirilerinizin iyi niyetli olduğu ortaya çıksın. Yeşil alanların azalması yada yok olması hepimizi üzer buna karşı çare üretmek herkesin elinde. Bizim gibi Anadolu’da yaşamadığınız için, bizim gibi bahçenizde 200 adet fidan yetiştirme şansınız olmayabilir o yüzden bulunduğun yere en yakın orman müdürlüğüne git fidan kampanyaları var bunlara katıl, sen de bu toprağa bir kaç ağaç hediye et, ağaç üzerine de bir konu açıp birikimlerimizi paylaşırız.
“Haliyle oy kullananlarınki baz alınır ve bu hükümet oy kullanıp vatandaşlık görevini yapanların yüzde 50 den fazlasından olur almıştır ve iktidardır.” Çok da önemli bir fark değil gerçi ama sizin nezdinizde %50’den fazla oy almak çoğunluk olmak için yeterliyse AKP’nin aldığı oy oranı %49,83’tür. Halkın yüzde 50’den fazlasından olur almamıştır ama iktidardır haklısınız. 3. havaalanının yerini gidip görmemişsiniz, daha kıraç bir arazi olursa destekleyeceğinizi söylemişsiniz. Ardından da fidan kampanyalarından bahsedip oradaki bitki örtüsünün komple katledilmesine alternatif üretmeye kalkmışsınız. Buna gerçekten inanıyor musunuz? Yani dünyanın herhangi bir yerindeki büyük bir alandaki bitki örtüsünün tamamen ortadan kaldırılması karşılığında başka bir coğrafyada ağaç yetiştirmek bunu telafi edebilir mi? İklim ve bitki örtüsünün birbiriyle ilişkili olduğunu, hava olaylarını tetiklediğini ve yağış rejiminden mevsimsel sıcaklık ortalamalarına kadar onlarca etkiye neden olabileceğini bu siteyi takip eden biriyseniz iyi kötü biliyor olmalısınız. Yukarıdaki yorumları okurken ne “koyun, beyni çalışmayan, biat eden” tanımlamalarına rastladım ne de Mısır’daki darbeyi övüp ordu göreve şeklinde pankart asana. Bunlar sizin ötekileştirme ürünü fikirleriniz olabilir mi acaba? Son olarak seçim zamanı karşıma sandık geldi ve o sandıktan benim oy vermediğim parti galip çıkıp kendine oy vermeyenleri terörist, anarşist, çapulcu, alkolik ilan edip katledilmelerine onay veren bir yasal düzenleme yaptı örneğin. Ne yapalım? Demokrasi şehidi mi ilan edelim kendimizi, sesimizi çıkarmadan ölmeye razı mı olalım? Bu demokrasi üzerine binlerce yıl önce kafa patlatan filozoflardan Platon da hocası Sokrates’in devlet düzenini kitaplaştırdığı Devlet isimli eserinde şunu demiş. Belki bu da ilginizi çeker diye aşağıya bir alıntı yaptım:
“Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir. Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.”
Alkım hocam, içimden geçenleri ben böyle güzel özetleyemezdim. Plato’nun dediklerini izninle facebook hesabımda paylaşıyorum. 2500 yıl önce söylenenler ile bugün yaşadıklarımız birebir örtüşüyor.
Tek çare bağımsız denetim! Yoksa doğru ya da yanlış, sırf canı öyle istediği için oy vermek de demokrasinin özünde var. Evrensel insan hakları, kötü yönde değiştirilemeyecek şekilde egemen olursa, otokrasiye istense de geçilemez. A partisi de gelse B partisi de gelse insanların hakları korunur. Partiler özgürlük sınırları içinde hareket edebilir.
“Kuvvetler ayrılığı önümüze engel oluyor” Recep Tayyip Erdoğan böyle demişti. – Ozan
Demokrasiye saygı derken doğru diyorsun da, niye sadece Ak Parti seçmeni için geçerli oluyor bu onu anlamıyorum. Başbakan her yerde çıkıyor %50 diyor sandık diyor demokrasi diyor. Ona oy vermeyen %50’yi hiç gözü görmüyor ama, sanki biz bu ülkenin vatandaşı değiliz, bize yürümek yasak, toplu taşıma yasak, onlara meydanlar açık, devletin toplu taşımaları sabaha kadar açık.
Ayrıca, hiçbirimiz darbe falan istemiyoruz, istediğimiz sadece sözde değil özde demokrasi, düşünce özgürlüğü ve %50 oy ile iktidara gelen bir hükümetin sandığın arkasına sığınarak devleti ve her insanı babasının malı gibi kullanmaması.
Nihat Genç: “Daha üç ay önce bütçeyi meclisten Sayıştaysız geçirdiniz, kim yedi kim çaldı bilen yok, demokrasinin en temel denetim görevi yapan Sayıştay olmadan tarihlerde ilk defa meclisten bütçe geçirdiniz, olacak şey değil, eee sandıkla geldiniz hakkınızdır hakimlik kurumlarını ele geçirmek Sayıştayları yok saymak, ÖSS hırsızlıklarını yok saymak, seçimle geldiniz, kim ne diyebilir, İslam alemine şeyhinize imanınıza liderinize afiyet şeker olsun.
Şimdi de tarihin ilk gününden beri köylülerin ortak kullanımında olan yaylaları yirmi otuzar yıllığına şirketlere teslim ediyorsunuz, yahu bu yayla, her bir yayla onbinlerce dönüm çayırlık, hepsini yandaşlara veriyorsunuz, eee seçimle geldiniz bize konuşmak düşmez, hakkınız halkın derelerini yaylalarını adamlarınıza peşkeş çekmek, bize düşen sandıkla gelenlere saygı göstermek, kim çaldı sormamak, karakollar niye iptal merak etmemek, kimin yağması talanı hiç denetlememek, haşa dil ucuyla azıcık söylersek bunları ‘darbeci’ oluruz faşist oluruz, tövbe söyleyemeyiz, ama siz sandıkla geldiniz ya artık gül suyuyla sütle yıkanmış en ileri demokratsınız, öldürün, sorana darbeci deyin, çalın çırpın, sorana faşist, deyin, ee en hakiki demokrat sizsiniz.”
http://www.odatv.com/n.php?n=olen-biz-magdur-onlar-1107131200
Laf karışmasın diye aralara yazıyorum cevapları. Eğik yazılar benim. – Ozan
Öncelikle şunu söyleyeyim ben hükümetin basın sözcüsü değilim, ayrıca oy vermiş olmam her yaptıklarını onayladığım anlamına gelmez. Benim başından beri bahsetmek istediğim şey, verilen tepkilerin özgürlük boyutlarını aştığı halde bazı çevrelerin hala bu tepkileri masum göstermeye çalışması (doğrudur özgürlük boyutları aşılmıştır ama neredeyse tüm sorumluluk polise aittir çünkü siz barışçı bir eylemi aşırı şiddetle bastırırsanız insanlar reaksiyon gösterirler). Ben esnafım piyasalar malum 2 ileri 1 geri. Tamam hayalimizdeki ekonomik ortam bu değil ancak 2000’li yılların başlarına göre halimize şükür. Bir de Taksim ve civarındaki esnafın halini düşünün bu insanların muhakkak borçları var ödemeleri var çocuklarının giderleri var ve bunların hepsi alt üst olmuş durumda (bunda da sorumluluk polise aittir, Meydan’dan kilometrelerce uzağa kadar insanları kovalayıp kafelerin içine kadar gaz atarsan esnafın işi herhalde bozulur, ben bizzat yaşadım Cihangir’de oturuyorduk yemek yiyorduk içeriye gaz girdi yahu! Meydan’a 1 kilometre mesafede! Ne hesap ödedik ne bir şey, kaçtık, ne yapsaydık?!) Göstericilerden bazılarının yiyip içtikten sonra “birde para mı vericez devrim yapıyoruz” dedikleri söyleniyor. (Yalandır efendim inanmayınız, olmuşsa da münferittir, ne devrimi yahu 🙂 Bahattin Bey sizi kandırıyorlar inanın. Ben kaç akşam oradaydım). Bu konuya birkaç köşe yazarı da değinmiş. 3. havaalanı konusuna gelince bu havaalanı gerekli mi? Gerekli… Peki bu nereye yapılacak bir öneri söyleyin şurası kıraç oraya yapılsın deyin başta da söyledim orayı çok iyi bilmiyorum ancak alternatif yer söylenemiyorsa ve sadece sebepsizce yapılmasın deniyorsa demek ki en uygun yer seçilmiş. (Doğru değil, çünkü söz hakkı dahi tanınmıyor, şimdi biz Başbakan’a önereceğiz diyeceğiz ki şuraya yapılsın o da tamam tartışalım diyecek öyle mi? 🙂 Yahu adam kimseyi dinlemiyor. Bir park için bile kaç insan öldü, herhalde 1000 ölü verip Havaalanı’nın da yerini değiştiririz. Silivri civarına yapılabilirdi bu arada). Ağaç kesilmesine sıcak bakmıyoruz ama İstanbul’un eski fotoğraflarına bakın hanginizin evinin bulunduğu yerde doğal bitki örtüsü ve ağaç yokmuş? Hepiniz aynı ağaç mezarlığının üzerinde oturuyorsunuz. Biri gelip feragat edin bir ömür biriktirdiğiniz paralarla aldığınız dairelerden yıkın binanızı yerine eski ağaçları dikin dese bu konudaki samimiyetinizi 2 saniyede ölçebilirsiniz. (Bu tartışılır, kısmen haklısınız.) Konuyu daha fazla uzatmak niyetinde değilim benimde takdir ettiğim yönler kadar sevmediğim hoşnut olmadığım şeyler de var bunları uzun uzadıya anlatıp vaktinizi almak istemiyorum. Son olarak merak ettiğim bir konu var Ozan kardeşim. Başına tam olarak ne geldi de, hava biliminin konuşulduğu bu ortama siyasi bir giriş yaptın? (Bu sorunuzu cevaplamayacağım, bu kadar olay olurken doğrudan benim başıma bir şeyin mi gelmesi gerekir?). Hepinize hayırlı ramazanlar. Allah yine de bize bu günleri aratmasın. (Amin.)
Yok mu ramazan serinliği ufukta 😀
Serin ya işte, Allah bugünleri aratmasın 🙂 – Ozan
Arkadaşlar dediklerimizi biraz daha tartarak yazalım yoksa komik duruma düşüyoruz.
600 yıllık dünya lideri ülkeyken dedemizin dedesinin dedesi acaba hangi zor şartlarda yaşıyordu bir düşünmek lazım. Yönetiminde en ufak bir söz sahibi olmadığımız ve en az diğer dünya ülkeleri halkları kadar ezildiğimiz bir devletin parçası olmayı mı savıunuyorsunuz şimdi bana.
Arkadaşlar, bu konuda hayalleri olan arkadaşlar özellikle, Osmanlı battı, yıkıldı. Aynı şekilde yönetilen tüm devletler de aynı sona ulaştılar. Bunun sebebi demokrasi ile yönetilen ülkelerin sağlıklı kararlar alması ve adaletin, eğitimin, bilginin tüm ülke insanlarına eşit şekilde dağıtılması olanağıydı. Sağlıklı toplum yapısı sağlıklı ve güçlü devletler yarattı. Ekonomileri gelişti, üretim arttı.
Osmanlı, AKP döneminde çok şanlı çok şaşalıymış gibi anlatılıyor ve malesef bazı arkadaşların beyni bu şekilde yıkanıyor. Gelir elde avuçta ne varsa satmak değil üretmektir. Dogmalardan arınmış bir bilim yapmaktır. Çok meraklısı olan Osmanlı’ya matbaa diğer ülkelerden onlarca yıl sonra gelmiştir en basitinden. Böyle bir devlete özenmek garip değil mi?
Ciddi ciddi böyle bir yazıyı yazmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm. 2013 yılına gelmişken monarşiyle yönetilen bir devlete özenmek kusura bakmayın ama cahilliktir.
Ben monarşiye özenildiğini düşünmüyorum, Osmanlı’nın güçlü zamanlarına özenildiği sanıyorum. Bunda da eleştirilecek şeyler olabilir gerçi ama eleştirirken neyin kastedildiğini iyi tartalım derim.
Türkiye Cumhuriyeti’ni çok uluslu, hoşgörülü ve güçlü kılmak istemeyen yoktur sanırım aramızda.
Ülkenin güçlenmesi neden her defasında Osmanlı Devleti şeklinde yorumlanıyor ki o zaman? Osmanlı çağa ayak uyduramadığı için çökmüş bir devlettir. Kendi çağımızda güçlü olacaksak, yanlış benzetmeler yapmayalım derim.
Fazla dallı budaklı bir tartışma bence bu, nasıl ki “Atatürkçülük” deyince hemen herkes farklı şey anlıyor, “Osmanlıcılık” denince de anlaşılanlar çok fazla farklılık gösterebilir. – Ozan
Şahsen ben çok uluslu yapı taraftarı değilim, Onur.
Buna mevcut hal ve şartlardan dolayı karşıyım.
Daha açık ifadeyle güçlü olmadan, bu ülkede sağlam bir demokrasi ve hukuk anlayışı yerleşmeden, çok uluslu olmayı ya da böyle olmayı savunan yaklaşımlara çok soğuk bakıyorum.
Bence sen de aynı düşünürsün ki, bu ülkede demokrasi falan ithal olarak getirilmeye çalışıldı, asırlık geçmişi olan bir halk mücadelesi ile gelmedi. Hukuk sistemi de böyle, ne kanun varsa İsviçre’den, Almanya’dan, İtalya’dan iktibas edilmiş. Herşey tamamen ithal olarak yapılmış durumda.Kesinlikle bu kanunlar kötüdür falan demiyorum ama burada toplum olarak bizim yaptığımız birşey yok. Mayamızda toplum olarak mücadele le kazanım diye birşey yok. Sen de ya da ben de olabilir veya kısmen bu olabilir ama toplumun geri kalan kesimine – büyük bölümüne bakarsak yok.50 yıl geçse de böyle olacak belki de…
Bugün ulus devlet kavramı küreselleşme ile giderek daralmış olabilir ama biz farklı karakterden insanları bile bir konuda ikna edemezken, ikna etmeyi bırak kendimizi onlara ifade bile edemezken (mesela Gezi Parkı direnişini bir türlü AKP’lilere anlatamadık!) bir de ülkenin çok uluslu yapıya bürünmesi böyle ithalci bir ülkede işleri daha da zorlaştırır. Ya da en azından erken, çünkü bunun temeli toplum olarak biz de yok. Çok uluslu Amerika’nın falan hepsinin bugün yerleşik demokrasi kültürü var.
Biz de böyle şey olmadığından güç diyince ilk olarak güçlü merkezi otorite akla geliyor. Benim kastım tam olarak bu değil. Tayyip’in diktatör gibi görüntü vermesi güç falan değil. Bence, hukuk ve demokrasi anlayışı olan,birbirini anlayan, beraber hareket edebilen insan topluluğunun olduğu yerde gerçek anlamda güç vardır.
Türkiye; Sivas’ta diri diri yakılan onlarca aydınının, Uğur Mumcusundan Ahmet Taner Kışlalısına onlarca gazeteci ve yazarının, Nazım Hikmetinin, ve hatta Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ünün kıymetini bilmedi, bilmiyor, bilmeyecek, bilemeyecek ki, sıra kalifiye elemanlara gelsin Ozan Hocam.
Bu devirde fazla sorgulayan, kurcalayan, kalifiye insanlar makbul değil maalesef. İki salla bir bağla üç salla bir eğil, saçını sakalını kes bıyığını incelt, seni de MGM’ye alırlar belki..
Bu blogu takip eden ve paylaşımda bulunan insanların sorgulayan, araştıran ve bağımsız yorum yapabilen insanlar olmasıdır burayı farklı ve başarılı kılan.
“Üstad”ların yorumlarına biat etmeden, bilimi iddialaşmaya çevirmeden bilim ışığında izlenilen bir yol var ortada.
Gelin bir de Türkiye’ye bakalım. Kendini büyük usta olarak sıfatlandıran, kadın doğumdan, aile planlamaya, toplum psikolojisinden ahlak kurallarına, mimarlıktan sanata ve her türlü mühendisliğe karışan bir insan tarafından yönetiliyoruz. Bakın bir parti, bir hükümet bir ideoloji değil bir insan tarafından yönetiliyoruz. Onun emriyle İçişleri Bakanı konuyu inceliyor, onun emriyle rapor hazırlanıyor, onun emriyle kaç çocuk yapılıyor, onun emri İstanbul’un silüeti, alkol “düzenleniyor”, onun emriyle dizideki karakterler evlendiriliyor.
Demokrasi birkaç yılda bir tekrarlanan seçimler değildir. Hele hele güven vermeyen bir ortamda yapılan (ÖSYM’nin kopya skandalını düşünelim) ve yüzde 10 barajı olan bir seçim hiç değil.
Bugün basın, mimar ve mühendis odaları, sivil toplum örgütleri görevlerini yapamamakta. Biraz olsun bu site gibi ortamlara giremeyen, girmeyen insanların olan bitenden haberdar olma şansı dahi yok.
Tüm bu şartlar altında bu ülkede benim tanımıma göre yönetim sistemi değişmiştir.
Ozan’ın dediği gibi bu gemide hep birlikte batıyoruz. Gemi’yi hep birlikte kurtarmamız gerekiyor ve bu yüzden benim için bu sitedeki her bir insanın sesi çok değerli. Türkiye için de çok değerli ve belki de bu sıralar duymamız gerekli.
Öte taraftan Cumartesi Santiago’yla tanışma fırsatım oldu, Ozan ve Mehmet’le buluştuk. Duygusal ve gözü yaşlı dakikalar yaşadık. Kendilerine selamlar 🙂