Bir
Ozan Mert Göktürk & Deniz Bozkurt
ortak çalışmasıdır.

Şekil 1: Güneşteki leke sayısının 1 numaralı güneş döngüsünden itibaren günümüze kadarki seyri. Güneş döngüleri numaralanmış ve şeklin içinde gösterilmiştir. Tüm grafiklerde kullanılan güneş lekesi sayıları Brüksel Uluslararası Güneş Lekesi Sayısı veritabanından alınmıştır. (http://sidc.oma.be/sunspot-data/)
Havaküre (atmosfer), suküre (hidrosfer), buzküre (kriyosfer), taşküre (litosfer) ve yaşamküreden (biyosfer) oluşan iklim sisteminin hem yapımcısı hem de yönetmeni olan güneşin, bir sebeple, bir süreliğine de olsa dünyamızı doğru dürüst ısıtamadığını düşünün… Sonuç mu? 1815 Nisan’ında Endonezya’daki Tambora Volkanı’nın patlaması ile yaklaşık 45 km yüksekliğe kadar püsküren 200 milyon tonun üzerindeki sülfür dioksit, güneş ışınımının yer yüzeyine ulaşmasını engelleyerek, 1816 yılının başta Batı Avrupa olmak üzere birçok yerde kayıtlara yazı olmayan yıl olarak geçmesine ve Haziran ayında bile yoğun kar yağışlarının görülmesine neden olmuştu. Benzer şekilde, güneş aktivitesinin düşük olduğu, yani güneşin iş yavaşlatma eylemi yapıp dünyaya gönderdiği enerjiyi azalttığı 17. yüzyılın ikinci yarısı, Batı Avrupa’da Küçük Buz Çağı olarak bilinen dönemin en soğuk zamanı sayılıyor. O dönemde ressamlar, durup dururken, donmuş kanalları, nehirleri, gölleri ve üzerlerinde kayan insanları tasvir etmeye başlamışlar. Volkan patlamaları ve güneşin kendisindeki değişimler, dünyada yaşamın ilk izlerinin ortaya çıkışından günümüze dek iklimi kontrol eden en önemli doğal olaylar olarak biliniyor. Her ne kadar Sanayi Devrimi ile beraber dünyanın iklimini artık insanların değiştirdiği, kendi yapıp ettiklerimizin doğal değişkenliğe baskın çıktığı fikri ortaya atılmış ve buna birçok kanıt bulunmuş da olsa; güneş halen “durun bakalım” deyip, küresel ve bölgesel hava durumunu çeşitli zaman ölçeklerinde etkileyebilecek garip davranışlar sergileyebiliyor.
Meşhur İngiliz yayın grubu Nature‘a bağlı Nature Geoscience dergisinde, Ekim ayı içerisinde yayımlanan bir makale, güneş kaynaklı doğal değişkenliğin dünyanın iklimi üzerinde büyük bir etkisi olduğunu gözler önüne serdi. Makale, güneşten dünyaya gelen ışınımdaki (güneş radyasyonu) oynamaların Kuzey Yarımküre’nin kış iklimine olan muhtemel etkisini ele alıyor ve bugüne kadar bu konuda yapılan çalışmaların bir devamı niteliğinde. Önemi ise, yeni ve çok önemli gözlemleri temel alan bir çalışma olması. Ölçümünde birçok belirsizliğin var olageldiği güneş ışınımı, 2003’ün sonunda uzaya fırlatılan SORCE (Güneş Işınımı ve İklim Deneyi) uydusu ile daha önce ulaşılamamış bir hassasiyetle günümüze dek ölçüldü. Bu ölçümler, dünyanın yegane ısı kaynağı olan bu devasa ateş topunun saçtığı enerjinin kısa kabul edilebilecek zaman dilimlerinde dahi önemli ölçüde değişebildiğini, kesin olarak gözler önüne serdi. Mesela, 23 numaralı güneş döngüsü minimuma doğru inişe geçtiğinde (bunun ne demek olduğunu bir sonraki paragrafta anlatacağız), dünyaya ulaşan güneş ışınımında çarpıcı bir azalma gözlenmiş – bu azalma, önceki çalışmalarda kestirim yoluyla hesaplanan değerlerin 4 ila 6 misli imiş! Makalenin yazarları, Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika’da son 2-3 yılda yaşanan şiddetli kışları örnek olarak sunarak, ışınımdaki bu kayda değer azalmanın, Kuzey Yarımküre’nin kış mevsimini bariz bir şekilde etkilediğini söylüyorlar. Bu etkinin nasıl oluştuğuna bakmadan önce, güneş lekesi ve güneş döngüsü gibi kavramları bir gözden geçirelim.
Güneş Döngüsü: Minimum’dan Maksimum’a…
Güneş etkinliğinin, tam adıyla söylersek güneşteki manyetik etkinliğin, minimumlarla maksimumlar arasında gidip gelen bir döngüsü var (Şekil 1). Güneşte en az patlamanın ve siyah lekenin gözlendiği, manyetik rüzgarın en zayıf, güneşten gelen ışınımın en güçsüz olduğu zamanlara güneş minimumu deniyor (Şekil 2). Aslında bu öyle ender görülen, sıradışı bir şey filan değil: Bir minimumdan diğerine aşağı yukarı 11 yıl kadar zaman ancak geçiyor ve bu 11 yıl “bir güneş döngüsü” olarak adlandırılıyor. Minimum dönemleri ne kadar uzun sürerse, tek tek döngülerin süresi de o kadar artmış oluyor ve minimum o kadar derin olmuş olmuyor. Sıradışı olanlar da bu derin minimumlar: Örneğin, 1645’ten 1710’e kadar o denli az güneş lekesi gözlenmiş ki, bu dönem bütünüyle bir minimum sayılmış: Maunder Minimumu. Güneş minimumlarının ağababası olan Maunder Minimumu süresince Avrupa’nın çok soğuk bir yer olduğu, kışların sık sık haddinden fazla sert geçtiği ve uzun sürdüğü, genelde donmayan göllerin, nehirlerin sık sık donduğu tarihsel kayıtlardan biliniyor.
Normal bir güneş döngüsünün 11 yıl civarındaki ömrünün ortalarına doğru da, lekelerin çok, ışınımın gani gani olduğu bir zaman dilimi var, o da o döngünün maksimumu olarak adlandırılıyor. Güneşteki garip siyah lekeler ilk kez Galileo zamanında keşfedilmiş, leke gözlemlerinin bir standarda bağlandığı 18. yüzyıl ortalarından itibaren meydana gelen güneş döngülerini ise günümüzde numaralarıyla anıyoruz (Şekil 1). 1 numaralı güneş döngüsü 1755’te başlamış, 1760’ta maksimuma ulaşmış ve 1766’da sona ermiş.

Şekil 2: Güneşin maksimum (solda) ve minimum (sağda) etkinlik dönemlerindeki görüntüleri. Maksimumdaki siyah lekeler dikkat çekici. Soldaki görüntü 19 Temmuz 2000, sağdaki ise 18 Mart 2009 tarihlerine ait.
Döngü 23 ve 24
23 numaralı döngü, 2000-2002 arasında maksimum yaptıktan sonra inişe geçmeye başladı (Şekil 3), güneş patlamaları durdu ve lekeler yavaş yavaş gözden kayboldu. 4 Ocak 2008’de bir açıklama yapan NASA, döngü 24’e ait ilk lekenin güneş üzerinde belirdiğini ve bu yeni döngünün esaslı manyetik fırtınalar, güneş patlamaları ve bir sürü siyah lekeye sahne olacak güçlü bir maksimuma doğru tırmanışa geçmesinin yakın olduğunu duyurdu. Fakat… Heyhat… Açıklamadan hemen sonra lekeler tekrar gözden kayboldu! 23 numaralı döngü, 12 yıl 7 aylık süresiyle zaten son 200 yılın en uzun güneş döngüsü olmuştu, ve şimdi 24. döngünün lekeleri de ortalıkta gözükmüyordu! 2008 ve 2009 yılları neredeyse hiç güneş lekesi gözlenmeden geçti, böylece güneş etkinliği diğer parametreler bakımından da son 100 yılın en düşük seviyesine gerilemiş oldu: Biricik yıldızımızın parlaklığı ve dolayısıyla yolladığı enerji azalmış, manyetik rüzgarı neredeyse durmuştu. Aynı dönemde, uzun yıllardır görülmeyen ve küresel ısınma neticesinde kaybolduğu iddia edilen soğuk ve karlı kışlar Avrupa’nın kuzeyine ve batısına bir hışımla geri döndü. Böylece bilim insanları, güneş etkinliği ve dünya iklimi arasındaki ilişkiyi yeni veriler aracılığıyla gözden geçirmek ve daha iyi anlamak için bulunmaz bir fırsat elde ettiler.
Ineson ve arkadaşları: “Hafife alınmış, oysa etki o biçim”
İşte Sarah Ineson ve arkadaşları da bu ilişkinin ayrıntılarını ortaya koymaya çalışmışlar. SORCE uydusunun yaptığı -ilk paragrafta bahsettiğimiz- ölçümleri kullanarak, son 80 yılın güneş minimumları ve maksimumları arasındaki morötesi ışınım farklarını hesaplamışlar. Sonra bu farkları, atmosferin üst seviyelerini dahi ayrıntılarıyla simüle edebilen küresel ölçekli bir iklim modeline girdi olarak verip, atmosferin ana katmanlarındaki değişiklikleri incelemişler. Asıl amaç ise, simüle edilen bu değişiklikler ile Kuzey Yarımküre’nin kış mevsiminde, güneş ışınımının minimum ve maksimum dönemleri arasında ortaya çıkan farklılıkları göstermek. Güneş minimumu ve maksimumu arasındaki ışınım farkı geçmişte yeterince hassas ölçülemediği için, kestirilen ve hesaplanan farkların SORCE’un ölçtüklerinden çok daha küçük olduğunu söylemiştik. Bu yanlış kestirimlerin, geçmişteki model simülasyonlarına doğrudan bir etkisi vardı: girdi değerleri küçük olduğundan, modeller güneş minimum ve maksimumları arasında ortaya çıkacak iklim farklılıklarını ya çok az görüyor, ya da hiç göremiyordu. Ineson ve tayfasının modeli ise çok net görmüş, bakalım neler görmüş.
Tetiklenen Mekanizma: Arktik Salınım
Ineson ve arkadaşları, çalıştırdıkları iklim modelinin güneş ışınımındaki azalmaya verdiği cevabın, yani soğumanın, tropik bölgelerde, öncelikle üst stratosferde ve alt mezosferde gözlendiğini söylüyorlar. Bu iki tabaka, dünya atmosferinde hava olaylarının meydana geldiği troposfer adlı tabakanın üzerinde bulunuyor. Yazarlar, güneş minimumu dönemlerinde üst atmosferde görülen bu soğumanın tropikal bölgeler üzerinde yaklaşık 2 santigrat dereceye ulaştığını belirtiyorlar. Bunu takiben, tropik üst atmosferden başlayarak aşağı seviyelere ve kutuplar yönüne doğru yayılan, domino etkisine benzer bir atmosferik dolaşım anormalliği ortaya çıkıyor: Tropik atmosfer her yerden fazla soğuyunca, bu bölgelerle kutuplar arasındaki sıcaklık farkı azalıyor, ve bu sıcaklık farkından dolayı orta enlemlerde esen batı rüzgarları zayıflıyor. Batı rüzgarlarının zayıflamasıyla da kuzey kutbundaki stratosferik girdap (polar vortex) kendisini çevirecek enerjiden mahrum kalıyor. Böylece, normalde şiddetle dönen, kuzey kutup bölgesindeki soğuğu etrafına sararak aşağı enlemleri (mesela Avrupa’yı) bir nevi koruyup kollayan kutbi girdap, zayıflayarak görevini yapamaz hale geliyor.

Şekil 4: Güneş minimumu dönemlerinde tropikler üzerindeki soğumanın nasıl yayıldığını ve kuzey yarımküredeki atmosferik dolaşımı nasıl etkilediğini gösteren şema. Tıklayıp büyütebilirsiniz.
Bu durum, Arktik Salınım’ın (Arctic Oscillation, AO) negatif fazı olarak adlandırılıyor. Hele ki AO aşırı biçimde negatif olmuşsa, kış soğukları Avrupa’nın kuzeyi ve ABD’nin doğusu gibi birtakım bölgelere yığılıyor, tabii böyle olunca Türkiye’ye kış pek gelmiyor (Şekil 4). Geride bıraktığımız üç kış mevsiminde televizyondan Avrupa’nın buz kesişini izlerken kombiyi çok da çalıştırmadığımızı hatırlayıp şaşırmamız bundan olabilir.

Şekil 5: Arktik Salınım'ın (AO) negatif ve pozitif fazlarında kuzey yarımkürenin kış mevsimini nasıl etkilediğini gösteren basitleştirilmiş şema.
Tek Mekanizma Arktik Salınım Mı?
Peki güneş etkinliğinde gelecekte de görülmesi muhtemel olan azalmalar, negatif AO yoluyla her zaman aynı bölgelerin soğumasını, diğer yerlerin ılık kalmasını mı sağlayacak? Ineson ve arkadaşları bu soruya “evet” cevabını veriyor ve modellemeye dayalı çalışmaları ilk bakışta epey ikna edici gözüküyor. Fakat, makalelerine birazcık daha eleştirel gözle baktığımızda, hem kendilerinin gösterdiği iklim verilerinden, hem de eski iklim (paleoclimate) çalışmaları sonucu elde edilen ipuçlarından bunun her zaman böyle olmayabileceğini anlıyoruz.
Inesonlar’ın çalışması pek de uzun bir zaman dilimini kapsamayan (2003’ten bu yana) gözlemlere dayanıyor. Başlangıç koşulları değiştirilmiş (güneş minimumları ve maksimumları arasındaki morötesi ışınım farkları şeklinde) birçok model simülasyonlarının ışığı altında yukarıda bahsedilen sonuçlara ulaşılıyor. Ancak makalelerinde, uzun yıllar boyunca yapılan gözlemler ile model sonuçları arasında güçlü bir ilişki yokmuş gibi gözüküyor. Telif meselelerinden ötürü makaledeki şekilleri burada paylaşamıyoruz, ama tasvir ederek gözünüzün önüne getirmeye çalışacağız. Örneğin, güneş minimum ve maksimumları arasında ortaya çıkan sıcaklık farkı, gözlem verilerinde Doğu Akdeniz havzasının bir kısmıyla birlikte Türkiye’nin sadece batısında, o da en hafif haliyle bir ısınma şeklinde gözükürken, ülkemizin orta ve kuzeyinde hafif, doğusunda ise hafif-orta derecede soğuma göze çarpıyor. Ancak aynı fark, model simülasyonlarında tüm Türkiye’nin ısınması olarak ortaya çıkıyor. Bu uyuşmazlık başka bölgeler için de mevcut. Örneğin, güneş minimumları ve maksimumları arasındaki fark, gözlem verilerinde Sibirya civarında soğuma şeklinde ortaya çıkarken, model simülasyonları, bunun tam tersi olarak, aynı bölgede ısınma gösteriyor. Yani şunu söyleyebiliriz ki, Inesonlar, güneş minimumlarında ortaya çıkan durumu negatif AO’ya indirgeyerek olayı basitleştirmek için bayağı bir çaba sarfetmişler.
Oysa belli ki, güneş minimumu dönemlerinde illa ki negatif AO olacak diye bir kural yok. Bu zaten bizim Şekil 6’dan da anlaşılabiliyor. Ki derin güneş minimumlarında AO her zaman negatife bile meyletse, Maunder Minimumu gibi güneşin tabiri caizse söndüğü çok derin minimumlarda atmosferdeki sıcaklık düşüşü öylesine şiddetli olarak gerçekleşiyor olabilir ki, biz de soğumadan bir şekilde nasibimizi alıyor olabiliriz. Başka bir deyişle, büyük ölçekli soğuma, en derin güneş minimumu dönemlerinde, bizde negatif AO’nun etkisi ile gerçekleşen ısınmayı gölgede bırakıyor olabilir. Ozan Mert Göktürk ve arkadaşlarının Antalya’dan alınan bir mağara dikitinin analizi sonucu elde ettikleri ve birkaç ay içerisinde yayımlayacakları yeni veriler, 17. yüzyılın ikinci yarısında, yani Maunder Minimumu esnasında, Türkiye’nin güneyindeki kışların neredeyse sürekli olarak 20. yüzyıldaki en sert kışlar kadar sert olduğu yönünde bilgi veriyor. Tarihçi Sam White’ın Osmanlı’daki Celali İsyanları ile ilgili yapmış olduğu yine yeni ve olağanüstü kapsamlı araştırmalar da, toplum yapısında o dönemde ve öncesinde görülen bozulmanın kıtlığa yol açan şiddetli soğuklar ve kuraklıkla ilişkisini ikna edici biçimde ortaya seriyor. Inesonlar’ın hipotezine göre AO’nun hep negatif, dolayısıyla Türkiye’nin Akdeniz sahillerinin de normalden ılık ve nemli olması gereken bir dönem için bu yönde araştırma sonuçlarının var olması, güneş minimumlarıyla ilgili araştıracak daha birçok şeyin var olduğunu gösteriyor.

Şekil 6: Son 5 güneş döngüsü ve Arktik Salınım (AO). AO indeksi Amerikan Ulusal Atmosfer Araştırmaları Merkezi'nden alınmıştır (http://www.cgd.ucar.edu/cas/jhurrell/indices.html).
Döngü 24 ve Bundan Sonrası
Ineson ve arkadaşlarının bu çalışması, mevsimlik veya birkaç yıllık hava tahmini yönünden de ilgi çekici. En gelişmiş modellerle bile isabetli bir mevsimlik tahmin yapmak zorken, güneş ışınımındaki değişimleri takip ederek gelecek birkaç yılda kış mevsiminin nasıl olacağı hakkında bir şeyler söyleyebilmek oldukça heyecan verici. Inesonların çalışmasında kullandıkları hassas ölçümlü verilerin doğru olduğunu kabul edersek, ortaya çıkardıkları bu mekanizma ve buldukları sonuç ile Avrupa ve Türkiye’yi gelecek birkaç yılda nasıl kışların beklediğini pekala söyleyebiliriz. Örneğin, güneş lekesi sayısı tahminleri, 2008-2010 yılları arasında dibe vurduğumuzu ve 2013 yılında zirve yapacak yeni bir güneş maksimumuna doğru yol almakta olduğumuzu gösteriyor (Şekil 3, döngü 24).
Inesonların analizine ve güneş lekelerindeki bu değişime göre, önümüzdeki birkaç yılda artacak güneş aktivitesi ile birlikte, son 2-3 yıldaki soğuk kışların aksine Batı Avrupa’da daha ılık ya da normaline yakın kışların görülme olasılığı artıyor. Değişecek hava akımları ile kutup soğuklarının belli bölgelere yığılmasından ziyade, ülkemiz civarlarına taşınımı da söz konusu olabilir. Bu durumda, son birkaç yılda özellikle İstanbul ve Türkiye’nin batısında göremediğimiz sert kışları tekrar yaşama ihtimali de artıyor. Ancak tabii ki iklim sisteminin diğer birçok faktörünün de kış mevsiminin nasıl olacağı konusunda belirleyici olduğunu, yani sadece güneş döngülerine bakarak kesin bir çıkarım yapmanın doğru olmayacağını da anımsamak gerekiyor. Şekil 6’da da gösterdiğimiz gibi Arktik Salınım (AO) indeksi ile güneş lekeleri arasında bire bir ilişki yok.
Güneş lekelerini kullanarak birkaç yıllık iklim tahmini yaparken dikkate alınması gereken bir başka nokta da, döngü 24’ün şu ana kadar, son 80 yılın en zayıf güneş döngüsü olarak gözükmesi. Inesonların çalışmasında, şiddetli güneş maksimumları ile zayıf güneş maksimumları arasındaki farkların etkileri de araştırılmış olsaydı, en azından gelecek birkaç yılın kışları hakkında daha detaylı yorumlar yapma şansımız olurdu.
Son olarak aklımıza gelen soru da şu: Eğer Maunder Minimumu benzeri çok derin güneş minimumları gelecekte de yaşanırsa, kışlar nasıl olacak? Yeni geride bıraktığımız derin güneş minimumunda, dünya atmosferi Maunder Minimumu gibi çok derin minimumlara kıyasla az soğumuş, ve bu soğuma sadece Batı Avrupa ve ABD’nin doğusu gibi yerlerde kendini göstermiş olabilir. Öte yandan Maunder Minimumu gibi 20. yüzyılda hiç görmediğimiz minimumların hem bizi hem de Avrupa’yı aynı anda buzhaneye çevirmiş olma ihtimali var. Ve şimdi tam üç bağımsız çalışma, 2022’de maksimum yapması beklenen Döngü 25’in yüzyıllardır görülmemiş zayıflıkta olabileceğini ve Maunder Minimumu’na benzer bir dönemin yaşanabileceğini söylüyor. Bakalım zaman ve güneş bize daha neler gösterecek.
Yazıyı çok geç gördüm ama müthiş bir yazı hocam. Elinize sağlık.
Hocam geçen günkü parlama hariç bugünlerde güneş aktivitesi yine düşük. Aktivite 10 gün düşük oluyor 1 gün orta seviyeye çıkıyor. Yine aşağı yukarı 1 hafta 10 gün düşük seyrediyor. Bak hocam linkteki resim 27 Ocak 2012 görüntüsü. Hani yukarıda maksimum ve minimum dönemlerindeki 2 güneş resmi vermişsin ya resim altı olarak da “Soldaki görüntü 19 Temmuz 2000, sağdaki ise 18 Mart 2009 tarihlerine ait.” diye biten 2 resim var. Hocam aşağıdaki 27 Ocak 2012 güneş resmi ile maksimumu karşılaştır. Yani demek istediğim hocam, düşük aktivite bekleniyordu fakat bu durum beklenen düşük aktivitenin de altında devam ediyor. Nisan 20112’de artışa geçmesi gerekiyordu hatırlıyorsan. Bence dünyanın saygın astronomi uzmanları işaret parmaklarını şakaklarına götürmüş ve 2011 Haziran 15’te açıkladıkları güneş aktivitesinde düşüş haberlerinden sonraki yapacakları açıklama için beklemektedirler. Bence onlar da farkında fakat acele etmiyorlar. Yani hocam böyle devam ederse bence birkaç sene içinde tekrardan güneş aktivitesinde beklenmedik düşüş haberleri tazelenebilir.
NASA bilimcileri, 24. güneş çevriminin 2013 ila 2014 arasında zirve yapacağını, bu zirvenin de 100 seviyesinin altında (güneş lekesi sayısı olarak) olacağını tahmin ediyor. Eğer zirve 100 seviyesinin çok daha aşağısında gerçekleşirse maunder minimum benzeri, en iyimser görüş ile dalton minimumu benzeri bir dönem yaşayacağımızı ifade ediyorlar. Son olarak bu bilgiler var bilim dünyasından. Gerçi çok taze bilgiler değil fakat tekrar dile getirilmesi hoş oldu. Ozan hocam arada Leif Svalgaard’dın 25. çevrim ile ilgili görüşlerini paylaşırsan çok memnun oluruz. Prof. Habibullo 2014′ten sonrasındaki güneş aktivitesindeki düşüşe bağlı küresel soğumayı şu linkteki konferansında dile getiriyor. Mutlaka izleyin bu linkteki videoları. Ve son olarak bu son bilgide de 2014′teki aşağı inişten sonrasına dikkat çekiyor. Fakat bu son bilgide 100 altını yeterli görürken 100′ün çok altını daha da önemli görüyor. Herkese saygılar…
Müthiş bir çalışma! Emeğinize sağlık!
Anlamadığım bir kaç nokta var. “Tropik atmosfer her yerden fazla soğuyunca, bu bölgelerle kutuplar arasındaki sıcaklık farkı azalıyor, ve bu sıcaklık farkından dolayı orta enlemlerde esen batı rüzgarları zayıflıyor.” Tropik atmosfer neden her yerden daha fazla soğuyor? Tropik bölgeler ne kadar soğuyorsa kutup bölgeleri de o kadar soğumaz mı? Yani ikisi arasındaki sıcaklık farkının yine aynı kalması gerekmez mi? (güneş ışınları nereye en dik geliyor? ışınım azalırsa soğuma ilk nerede ortaya çıkar? 🙂 – Ozan)
AO aşırı negatif iken soğuk havanın Batı Avrupa’ya yığılıp yığılmamasını belirleyen esas faktör NAO değil mi? Örneğin 2009-2010 kışında AO ve NAO aşırı negatif olduğu için soğuk Orta Avrupa’ya yığılmıştı. Tekerlek meselesi.
https://havadelisi.com/2010/01/11/avrupa-donarken-buralar-neden-boyle-ilik/
Eğer AO aşırı negatif iken NAO aşırı pozitif ise bu sefer soğuk Doğu Avrupa’ya yığılır. Yani bence NAO etkeni de işin içine katılmalı. (evet ama uzun dönemli ortalamalarda AO ve NAO’nun zıt davrandığı nadirdir, böyle bir analizde o kadar ayrıntıya girilmez. AO ve NAO genelde paralel gider – Ozan).
Son olarak güneş döngülerinin etkilerinin, döngünün maksimum ya da minimuma ulaştıktan sonraki yıllarda etkisini görmemiz gerekmez mi? Güneş ile aramızdaki mesafemize bakarak soruyorum. (Güneş ışınları dünyaya 8 dakikada ulaşıyor, mesafe problem değil ama dünya atmosferinin tepkisi gecikebilir haklısın, 09/10 kışında en negatif AO ortalamasının görülmesi belki bununla ilgilidir, 2008 ve 2009’da aktivite en düşük seviyesinde idi… – Ozan)
Anladım, teşekkürler 😉
Morötesi ışın emici ozon moleküllerinden dolayı stratosferdeki tepki nispeten daha hızlı. Ancak bu değişim troposfere anında iletilemiyordur tabii. Gecikmelerin ya da kaymaların kaynağı da stratosferik kutup hızlı hava akımlarının mevsimsel değişkenliği de olabiliyor.
öğrenmeye devam!..emekleriniz için teşekkürler, anlatım ve dil olarak da harika!..
Tekrar tebrikler ama gördük ki ülkemizde bilimsel yazılarında yayınlanması için başka mekanizmalara gerek var. Yazık olmuş bu müthiş bilimsel çalışmaya..Fakat şunu belirteyim bu ve benzeri yazıları medyatik hocaların birinde bir gazete ya da haber portalında görürseniz şaşırmayın…
TÜBİTAK’ın Bilim Teknik’inde yayımlandırdı ama hem uzun sürüyor orada hem de internet artık daha uygun çünkü daha fazla insana ulaşılıyor internetten.
Ozan’ım yazıyı daha yeni detaylı okudum. Dün gece tam detaylı okuyamamıştım. Konu beni aşıyor. Maunder minimum tarzı bir durumun okyanus akıntılarına etkileri, deniz suyu seviyelerine etkileri, hangi coğrafi bölgelerdeki dağlık alanlardaki buzulların ne seviyede olacağı, güneşteki sükunetin ve azalan güneş manyetiğinin bulutlanmaya etkisi ve bunun nasıl bir soğuma ile gelişeceğini, falan paylaşacağım ama bu paylaşacaklarım konuda biraz deveye kelebek konmuş gibi olacak. O yüzden bu konu beni aşacak kadar karmaşık. Bu konuda yorum yapmam için daha çok fırın ekmek yemem lazımç Ama bakalım güneş aktivitesindeki olası büyük düşüşe bağlı olabilecek maunder minimum tarzı bir durum AO’yu nasıl etkiler. Bekleyelim görelim. Başka çare yok 🙂
Müthiş bir çalışma olmuş, elinize, beyninize sağlık, tekrar tekrar okunmayı hak eden bir makale çıkmış ortaya….
teşekkürler paylaşım için
Ozan ve Deniz hocamı kutlarım hakkaten çok güzel çalışma olmuş. Ozan hocam mağaradan aldığınız parçanın analizini de bekliyoruz en kısa sürede. Bu işin nasıl yapıldığını da anlatırsanız sevinirim, çok merak ettim açıkcası.
Kafama takılan bir konu var onu sorayım. Yazıda güneş maximum ve minumumu ve bunlar elde edilen verilerle mevsimsel tahminlerinin tutarlı bir şekilde yapılabildiğini söylemişsiniz. Yalnız yazının bir yerinde de 2008 yılında NASA’nın güneşin maximumuna ulaşacağı öngörüsünün bir anda suya düştüğünden bahsetmişsiniz. Güneş maximum ve minumum öngörüleri tutmadan, mevsimsel tahminler nasıl tutarlı olabilir?
Melik hocam, dikitin analizi bitti, doktora tezimin 3. bölümünden okuyabilirsiniz. Problem şu ki, bilim dünyasında bir analizin kabul görmesi için analizi bir dergide yayımlamak gerekiyor. Dikitten gelen verilerin yorumlanması konusunda doktora danışmanımla bir türlü tam olarak mutabakata varamadığımız için halen yayımlayamadık verileri. Dikitlerin nasıl incelendiğiyle ilgili bir yazı taslağım var, onu da kısa süre sonra burada da ya da başka bir popüler bilim platformunda yayımlayacağım.
Güneş min/max öngörülerine şüpheci yaklaşmakta çok haklısınız. Bilinmeyeni çok olan bir mevzu. Önümüzdeki zamanların güneş etkinliği bakımından beklenildiği gibi gitmeme ihtimali de tabii ki var. Bunu akılda tutmakta da fayda var. Bu iklim konusunun bilinmeyeni ve hata payları o kadar çok ki, bazen yorum yaparken onları görmezden geliyoruz, aksi takdirde elle tutulur bir şeyler söylemek zor oluyor.
Tebrikler Ozan hocam gerçekten güzel bir yazı olmuş.
Müthiş bir yazı.. Dünyadaki bu tarz yayınlardan Türk insanını haberdar ettiğiniz için teşekkürler..
Elinize, emeğinize sağlık !
Gerçekten çok iyi bir çalışma olmuş ben de büyük bir keyifle ve bir çırpıda okudum. Batı Avrupa’da yaşayan biri olarak, son iki yıldır yaşanan sert kışların ardından, bu yıl kış gelmedi desem yeridir. Hatta engin olmayan bilgilerimle kış yaşanmayacağını da öngörmüş bulunuyorum. Belki bu yıl Türkiye’de de son iki yılın tersine bir durum gerçekleşebilir. (Bu arada yazılarınızı gerçekten çok beğeniyorum ve sizi takip etmemin nedeni sadece kar yağışlarıyla ilgilenmeyip gerçekten havadelisi olmanız)
Ellerinize sağlık, çok güzel bir çalışma. Ayrıca makalenizin NTV’de yayınlanacak olması, çalışmanın daha geniş kitlelere ulaşması bakımından çok sevindirici bir gelişme..
Sevgili Ozan ve Deniz,
Çok güzel bir yazı olmuş. Bayılarak okudum. İnanıyorum ki NTV’de yayınlanınca birçok insana ulaşacaksınız. Üşendiğim için Ineson’ların makalesini açıp bakmadım, o yüzden buradan sormak istediğim bir iki soruyu sorayım.
1- Min/Max senaryolarına göre yaptıkları model tahminlerine göre Doğu Akdeniz ve Türkiye özelinde bir takım tutarsızlıklara rastladığınızı söylüyorsunuz. Ineson’ların model çözünürlüğü Türkiye iklim çeşitliliğini ortaya koyacak yeterlilikte mi? (değil tabii, ama tutarsızlığın sadece çözünürlükle ilgili olmadığı anomalilerin genel dağılımından da belli oluyor – Ozan)
2- AO fazı parametrizasyonu ile güneş lekesi sayısı korelasyonu ne kadar sağlıklı olarak yapılıyor? Dikit verisi dışında hangi proxy’ler mevcut? (aslında güneş lekesi sayısını değil, güneş lekelerinin genel olarak az ya da çok olduğu dönemleri (min/max güneş aktivitesi) korele etmişler. Bknz: Makale 🙂 Dikit verisinden başka doğrudan kış sıcaklığı gösteren proxy mevcut olmadığı için benim veri önemli, ama Dominik işi yokuşa sürüyor, umarım yayımlanabilir bir şekilde…- Ozan)
3- Sadece 300 yıllık gozlem gecmisi olan gunes lekelerinin (Tycho Brache ve Galileo’ya saygılar) daha büyük bir patternin parçası olması söz konusu olabilir mi? Hiç manyeto-hidrodinamik kodlarıyla güneş lekesi (ya da bunu parametrize eden başka bir değer) sayısı modellenmiş mi? (evet makaleler var, bin yıllık, hatta birkaç bin yıllık güneş lekesi rekonstrüksiyonları var ama uncertainty’leri çok fazla… özelden mesaj at yollarım 🙂 Daha büyük paternin parçası olması söz konusu, çünkü manyetik etkinlikte azalma olmadığı halde güneş lekelerinin görünmediği zamanlar olduğunu söyleyenler de var… Çok derinleşince beni aşıyor, ama anlayabildiğim kadarıyla bilinmeyeni aşırı fazla olan, yeni yeni keşfedilen meseleler- Ozan)
Tekrar tekrar tebrikler,
Görüşmek dileğiyle
Havadelisi
Çözünürlükle ilgili bir ek: Dikey seviye yüksekliği 85 km, yani mezopoza kadar olan tüm atmosfer seviyelerini dahil eden bir modelleme… Ama şöyle bir iş de yapılabilir bence: Yukarı seviyelerde elde edilen farklı koşullardaki bu model çıktılarını, mesela Türkiye ve civarı üzerinde, daha yüksek çözünürlükte çıktı üretmek için başka bir iklim modeline girdi olarak sunmak.
Üçüncü soruyu can botu basa basa bitirdim 😂
Bravo ikinizi de tebrik ediyorum arkadaşlar. Genellikle iklim konularında olaylara bakış açımız mavi kürenin içiyle sınırlı kalıyordu. Sistemdeki değişimlere at gözlüğüyle bakar olmuştuk. Gezegenimize dışardan bir etkinin meteorolojik olayları bu denli değiştirdiğini anlamak açısından gayet başarılı bir yazı olmuş. Şu an Türkiye’deki üniversitelerde çalışma yapan araştırmacılar hangi disiplinde olursa olsun (iktisat,ziraat,mimarlık,biyoloji….) iklim değişikliğine çok önem vermekte ancak yüzde doksanı yarım yamalak bilgilerinden dolayı çalışmalarında sürekli ısınmaya odaklanmış durumdalar buna göre senaryo üretiyorlar. Bir çıkmaz döngü yaşanıyor. Sokaktaki, kahvedeki adamlar, ev hanımı teyzeler bile ilerde yanacağız, kuraklıktan öleceğiz diyorlar. Ya tam tersi olursa kısa veya uzun vadeli bir soğuma yaşarsak ne olacak? :))
Emeğinize sağlık.
Çok güzel ve değerli bir çalışma olmuş. Elinize emeğinize sağlık…
Hocam çok güzel hazırlanmış bir yazı. Bir çırpıda okudum hepsini. Emeğinize sağlık. Çok teşekkürler verdiğiniz değerli bilgiler için.
Popüler medyanın iklim ve meteoroloji konusunda başvurduğu adresler belli ama bunların uzantısı bilimsel gerçeklerden bahseden yayınların içerisinde de yer bulamamak düşündürücü. Manşet isteyene de “Bu kış sert geçecek” deyip “Önümüzdeki birkaç yılda artacak güneş aktivitesi ile birlikte, son 2-3 yıldaki soğuk kışların aksine Batı Avrupa’da daha ılık ya da normaline yakın kışların görülme olasılığı artıyor. Değişecek hava akımları ile kutup soğuklarının belli bölgelere yığılmasından ziyade, ülkemiz civarlarına taşınımı da söz konusu olabilir. Bu durumda, son birkaç yılda özellikle İstanbul ve Türkiye’nin batısında göremediğimiz sert kışları tekrar yaşama ihtimali de artıyor.” cümlelerini kırparak girişe yerleştirdi mi gayet sansasyonel bir haber olurdu. Gerçi çalışma bilimsel olmasına rağmen kendi başlığı ve içeriğiyle bile gayet ilgi çekici ve rahat okunur olmuş ama …
Emeğinize sağlık. Heyecanla okudum. Ntv ve Radikalin yayınlamaması için ise söyleyecek söz bulamıyorum. Aklıma gelen ilk evvela (basınımız açısından) magazinsel değeri olmadığından ötürü ancak Ntv ve Radikal… ??? atmasyonel ve sansasyonel yazılar demek ki daha ilgi çekici onlar için.
Ne gereği var değil mi ya iklimin güneşin ve hayatımıza etkilerinin..? Böylesine özenle hazırlanış bilimsel makale tadındaki yazıyı yayınlamamakla kusur etmişler.
Emeği geçen arkadaşlara teşekkürler.. biricik güneş’imiz hakkında ne kadar az şey biliyormuşuz meğerse.
Site tarihindeki gelmiş geçmiş en iyi makale olduğunu düşünüyorum. Emeğinize sağlık.
“Inesonlar’ın hipotezine göre AO’nun hep negatif, dolayısıyla Türkiye’nin Akdeniz sahillerinin de normalden ılık ve nemli olması gereken bir dönem için…”
Buraya katılmıyorum; aksine, aşırı boyutlara ulaşmayan ve orada ısrarcı olmayan negatif AO, ülkemize her zaman olmasa da, çoğunlukla soğuk hava dalgalarının gelmesini sağlamıştır. Akıllarda kalan efsane kışlardan 1985, 1987 ve 2004 yıllarında AO endeksi negatiftir. Hatta 2010 Ocak ayında AO aşırı negatifken bile sağlam sistem gelmişliği vardır. Negatif AO’da soğuk hava Kuzey Avrupa’ya çöreklenir, bize sistem gelmesi de basınç yerleşimlerindeki olumlu senaryoya bakar..
Tekrar tekrar okuyacağım, gerçekten harika bir yazı..
Sağol varol.
Şimdi Santiago hocam, AO konusundaki genellemenin yanlışlığı konusunda haklısın, ama Maunder Minimum’unda güneş aktivitesi hep yerlerde süründüğü için AO’nun ısrarcı ve aşırı negatif olmasını beklerdik… O yüzden de yazıda da bunu ima ederek alıntıladığın kısmı yazdık…
Santiago dostum çok güzel bir noktaya değinmişsin teşekkür ediyorum. 1985-1987-2004’ü başka bir açıdan yakaladığın için teşekkür ediyorum.
Meteoroloji merakımın yanında, yaklaşık 10 yıldır amatör olarak astronomi ile de ilgileniyorum, 6 inch’lik teleskobumla ve güneş filtrelerimle gözlem yapıyorum. Süper bi makale olmuş, hazırladığınız için teşekkürler…
Süper bir çalışma… Teşekkürler.
çok güzel ellerinize sağlık ne zaman bu siteye girsem aydınlanıyorum nur topuna döndüm :p
Gerçekten emeğinize sağlık, böyle bir çalışmayı bizimle paylaştığınız için teşekkürler. NTV’ye ve Radikal’e ne diyelim? Kendileri kaybetmişler 🙂
Çok önemli bilgiler bence, elinize sağlık
Saygıyla ve muhabbetle okudum, yüreginize saglık
güzel bir çalışma olmuş hocam. elinize ve yüreğinize sağlık. yazınızın bir kısmında haftaya istanbul kara bürünecek göz gözü görmeyecek deyip bunu da döngüye bağlasaydınız her iki kuruluş hemen atlardı. yazı bütünlüğü olmasın varsın.
Çok, çok güzel ve değerli bir çalışma.. Sanıyorum bu konuda da bir ilk.. Ellerinize sağlık.. Bu arada soyadlarınız yan yana durunca tüylerim diken diken oldu.. Göktürk.. Bozkurt.. 🙂
Çok beğendim… Çok güzel bir çalışma olmuş emeklerinize,ellerinize sağlık…