Havadelisi hesaplarında iklim değişiminden ara ara hep söz ettik, fakat hemen hiçbir zaman mevzuyu fazla uzatmadık. Malum, bu mesele bizim gibiler için epey iç karartıcı: Havalar daha da sıcak gidecek, susuzluk olacak, kar pek yağmayacak falan filan… Bir de, internet ortamlarında parmağını sallayarak “arabaya uçağa çok binerseniz seller hortumlar artar haa!” diye had bildirenlerden zaten sürüyle var, insanları bu şekilde ürküttüğünüzde alacağınız tepki genelde olumsuz oluyor, sizi dinlemeyi bırakıyorlar.
Ama bu sefer biz de topa giriyor, ve bu son derece hayati meselenin (dalga geçmiyorum) ne kadar bilinip ciddiye alındığını, iklimle ilgili olarak neyin nasıl algılandığını ortaya seren bir araştırmayı sizlerle paylaşmak istiyoruz. Peki Alarko Carrier’ın nazik ricası olmasa bu yazıyı hazırlar mıydık? Sanmıyorum. Gerçi yanlış anlaşılmasın, meseleyi önemsemediğimizden değil, attığımız taşın ürküttüğümüz kuşa değmeyeceğini bildiğimizden hazırlamazdık: Yazıyı okumaya başlayanların belki yarısı, böyle iyi de bir girizgaha rağmen, bu son okuduğunuz cümleye kadar bile muhtemelen gelmemiştir.
Fakat hakikaten, bu sefer hem araştırma güzel, hem de Alarko Carrier iklim meselesine ciddiyetle eğiliyor: “Bu yazıyı ancak Havadelisi ve ekibi hakkıyla hazırlar” demişler, hiçbir destekten kaçınmamışlar. Dolayısıyla ben de bu satırları Karayipler’de denize sıfır bir otelden yazıyorum (ılıkçılar yerimi deşifre etmesin diye fotoğraf koymadım), ekibin geri kalanı plajda avokado yiyor, onlar da birazdan gelip editleri yapacaklar. Havadelisi.com‘daki ilk sponsorlu yazımıza hoş geldiniz, konu keyifsiz ama biz yazarken çok keyif aldık, sizin de beğeneceğinizi umarız. Karbon vergisini ödeyen uslu ve namuslu birer dünya vatandaşıysanız bu konudan bile keyif almanızın sakıncası yok.
——————–
Alarko Carrier‘ın Twentify ile işbirliği içerisinde yaptığı ve İklim Okuryazarlığı Araştırması adını verdiği bu kamuoyu yoklaması; iklim, iklim değişimi, hava durumu gibi kavramların, bu kavramlar etrafında şekillenen tartışmaların ve ortaya çıkan eylemlerin ülkemizde kime ne ifade ettiğini öğrenmemizi sağlıyor.

Yukarıda, sorulara cevap verenlerin (1261 kişi) kimler olduğu var. Özellikle yaş dağılımına dikkatinizi çekmek isteriz: Son derece genç bir denek profili söz konusu. Türkiye’de 45 yaş üzeri nüfusun 16 yaş üzeri tüm nüfusa oranı %40 civarında, ama bu araştırmaya katılan 45+’ların oranı sadece %16. Araştırmayı yapanların bu tercihi son derece yerinde, zira iklim meselesi iyice büyüyüp radikal kararlar gerektiren bir duruma geldiği zaman şimdi 45 yaş üstünde olanların esamesi pek okunmayacak. Veya, bilmiyoruz, Türkiye’de yaşayan ve belli bir yaşın üzerinde olan insanların fikirleri malum, onlara bir şey sormak istememiş de olabilirler (ben olsam ben de sormazdım).

‘Özet geç’çiler için önden gelsin: İklim okuryazarlığı dersinde Türkiye, 100 üzerinden 56 almış. Çan kaç çıktı bilmiyoruz, ama ülkenin eğitim ve gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında hiç de öyle berbat bir not değil bu… Öte yandan, malumunuz, biz “okumak çok önemlidir, kitaplar en iyi arkadaştır” masallarıyla büyüyen, buna karşılık en çok okuduğu şey Yutüp yorumu / Vatsap mesajı olan bir milletin çocuklarıyız. Teknoloji çağından önce de ev gezmesinde dedikodu dinleyip dünya görüşümüzü o şekilde oluşturuyorduk. Dolayısıyla, özellikle de herkesin her şeyi en azından ‘işittiği’ bu devirde, bazı sorulara verilen ‘doğru’ cevaplara çok fazla anlam yüklememek gerekir diye düşünüyoruz. Tek tek sorular üzerinden gidersek ne kastettiğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

Mesela, yukarıdaki soruya verilen cevaplar, klasik ”birileri hemen bi şey yapsın!” tavrını yansıtması bakımından önemli. Ortada bir sorun varsa, sorunun çözümü gecikiyorsa veya kısa vadede imkansız görünüyorsa, bizde herkes “valla şekerim hiç önlem alınmıyo hiç, alınsa böyle mi olur?!” havalarına girer. Ha şurası doğru, Türkiye’de ve Dünya’da yapılanlar küresel ısınmayı durdurmak için gerçekten çok yetersiz, ama ısınma sonucu ortaya çıkan iklim değişikliklerinin etkilerini azaltmak için epey bir şey yapılıyor – Türkiye’de değil elbette, ama en azından Dünya’nın uygar ülkelerinde yapılıyor. O nedenle grafikteki yeşil kısmın ‘Dünya’ için daha büyük olması gerekirdi; olmaması, verilen cevapların epey ‘otomatik’ olduğuna kanıttır. “Evet hocaaam, bütün önlemler alınmalıııı” dediniz miydi dersten geçersiniz, bu iş böyledir. Gençler cin gibi maşallah.

Gençler cin gibi, zehir gibi, neyse… Peki gerçekte bilgililer mi? Ne de olsa bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz, temel bilgi düzeyini görelim ki kim neye otomatik cevap veriyor anlayalım. Örneğin “iklim nedir?”in cevabında ortalamalar ile ilgili bir şeylerin bulunması gerektiğini akıl edebilen maalesef çok az kişi çıkmış. Değişimin, mevsimin de işin içinde olduğunu söyleyenler var, hadi onları da çalışkanlara dahil edelim (bol not verelim). Geri kalanların ciddi kısmını yine, gördükleri her sakallıyı (hava olayını) dedeleri (iklim) sananlar oluşturuyor. İklimi inceleyen bilim dalına da ‘meteoroloji’ deyivermişler haliyle. Bir şeyin (iklimin) ne olduğunu bilmezsek, değiştiğini nereden anlayacağız? Anlayamayacağız tabii ki. İlaveten, Türkiye’ye muson, ekvator, hatta kutup iklimi getirenler var, gerçi bu tipler her coğrafya sınıfında olur, problem değil.

Bakın işte burası (yukarısı) çokomelli arkadaşlar… “İklim değişimi” dediğimizde, kuraklık, ÇOK BÜYÜK ÇOĞUNLUĞUN (%96) aklına gelen ilk şey değil… Peki bunun yerine ne akla geliyor? Mevsimsel özelliklerin değişmesi! Evet, bu. Yani bir kış günü dışarı çıktığımızda havanın sert lodosla 15-16 dereceyi, küresel ısınmanın da ittirmesiyle 17-18’i bulmuş olması, tüm bu iklim değişimi muhabbetinden akıllarda en fazla kalan şey olmuş. Ânı yaşayan bir milletiz, çok da tatlıyız bence, ama bizi ılık bir kış gününden ziyade kuraklık vuracak, bakalım neler olacak…

Yukarıdaki bir kısmı tuzak, bir kısmı kolay sorulara genelde doğru cevaplar verildiğini görüyoruz. Burada yine, Türk öğrencisinin sınavda ne sorulacağını önceden hissetmesini sağlayan üstün sezgisi devrede diye düşünebiliriz. Olan bitenle, yaşam tarzıyla, siyasetle bağlantısı kopmuş klişe bilgi daha kolay ezberlenir. Eh, sonuçta Dünya buzul çağında da değil, bu sorularda çuvallamak zor…

Eveet, biraz daha zor sorulara geldik. ‘Sera gazı’nın ne demek olduğunu bilenler %44 düzeyinde: Aslında bu gayet iyi bir rakam, çünkü doğrudan kavram sorulmuş. Yılların eskitemediği ‘Ozon tabakası’ halen zihinlerde, kafaları iyice karıştırmış. Dört kişiden biri konuyla ilgilenmemiş: Bana kalırsa çok da şart değil bilmeleri, sera gazını bileceklerine kuraklık meselesini kavrasalar daha iyi. Karbon ayak izi lafıysa sınava girenleri iyice germiş, “fikrim yok” diyenlerin oranı uçmaya başlamış. Az da olsa öğretmeye çalışsak iyi olur, ama normal çöpünü kağıt geri dönüşümüne atanların ülkesinde biraz fazla mı idealist olur bu tavır? Bilemiyoruz, zor işler. “Geçim derdi var, ne ayağından ne izinden bahsediyon dayı!?” da diyebilirler. Karşılık vermek zor olur, ama yine de öğretmek lazım. Çok fazla karbon ayak izi bırakırsak geçinmek belki daha da zor olacak ileride, temiz ve ucuz su bulmak güçleşecek mesela, bunu söylesek? Fena fikir değil.

Farkındalığı ölçen yukarıdaki sorularda yine, klişeleri havada yakalayan Türk insanının doğru cevapları çakı-çakıvermesini görüyorsunuz. Mesela, bizde herkes ormanları yok etmenin “en kötü şey” olduğu konusunda hemfikirdir. Hesap vermeyi hiç sevmeyen devlet dahi, zorunlu bir halden ötürü ağaç kesse “merak etmeyin yerine x milyar tane diktik” diye açıklama yapmak durumunda kalır. Oysa küresel ısınmanın, iklim değişimlerinin ve bunlar tarafından tetiklenen aşırı orman yangınlarının (ve tahribatının) ASIL ve EN BÜYÜK sebebi fosil yakıt (petrol türevleri, doğalgaz, kömür vb) kullanımı. Ağaçlar, en önemli sera gazı olan karbondioksiti tutarak küresel ısınmayı yavaşlatıyorlar, bu doğru. Ama insanların ormanları kasten ortadan kaldırmasıyla ortaya çıkan olumsuz etki; fosil yakıtların ulaşımda, sanayide ve enerji üretiminde yakılmasıyla ortaya çıkanın yanında pek az. Yani mesela, bir termik santralın yanını yöresini ağaçlandırınca, santraldan çıkan karbona çare bulmuş olmuyorsunuz. Bu tartışmalar bizim için maalesef biraz ‘ileri’ seviyede. Yine de, asıl meselenin ağaçlandırma yapmak değil; kömürü, doğalgazı, benzini daha az yakmak olduğunu ısrarla söyleyip bir yerden başlamamız lazım. Ben de bizim editörlerin kulağını çekeyim, tatile Karayipler’e gidelim diye tutturmasınlar. Bodrum, Antalya neyinize yetmiyor, binin otobüse gidin. Karbon ayak izi diye bi şey var, azcık duyarlı olalım lütfen. Hem artan parayı da ortamlarda ezeriz, fena mı…

Endişeli olmaya gelince, tabii herkes endişeli. Neyden endişeli? Tüm bu meselenin gelecek nesillere etkilerinden, mesela. “Kendimi düşünüyorsam namerdim”, demişler yani. Hmmm peki, inandık. Kuraklık ilk akla gelen şey değildi, ama “büyük çaplı susuzluk”tan endişelenilmiş, bu iyi. Yeni teknolojilerin yardımımıza koşacağını, ve isteyen herkesin öyle karbon marbon düşünmeden tatilini Karayipler’de yapabileceğini söyleyenler var. Harika olur elbette. Mesela atmosferdeki fazladan sera gazını elektrik süpürgesi gibi bir şeyle çekip uzaya bassak? Şaka yapmıyoruz, var böyle projeler. Peki ya işe yaramazsa? O zaman susuzluktan kaçış yok, arıtılmış deniz suyu içeceksiniz, çok paranız varsa tabii. O da yoksa geçmiş olsun, göç edeceksiniz.

Bu bölümde (yukarıda) nefis bir tuzak soru var, hazırlayanları tebrik ederiz. “Sonbaharda yükselen nem miktarı beni mahvediyor hayatım” diyenler (son soru) %61 çıkmış. Piyuvvv. Yav bu nem size n’etti?! Bi defa sonbaharda, sıcaklık düştüğü için, nem yüksek bile olsa insanı rahatsız etmez. Klişeler, geyikler… bunları hakikaten çok seviyoruz. Yaklaşık %20, iklim değişiminin sağlığı da etkilediğini bilmiyor, aşırı hale gelen yaz sıcaklarını akıllarına getirmeleri yeterdi oysaki. Veya o grubun hepsi Adanalıdır, bu da mümkün. Adanalılar hiç etkilenmiyor malum, 55 dereceye bile meydan okuyabiliyorlar.

İklim değişimi kaynaklı endişelerin özeti yukarıda verilmiş. Bu özetin daha önceki slaytlarda okuduğumuz sonuçlarla çok iyi örtüştüğünü söyleyemeyiz, ama olsun. Öğreticilik bakımından ise, hele de Türkiye özelinde, son derece faydalı.

Bu slayttan da (yukarıda) anlıyoruz ki, iklim ve çevre sorunları toplum tarafından bütünleşik olarak algılanıyor. Oysa denizlere dökülen atıklar, çarpık kentleşme ve plastik kullanımı küresel ısınmayı ancak dolaylı yoldan tetikliyor, dolayısıyla insanların iklimi en çok bu faaliyetlerle değiştirdiğini düşünmek yanlış bilgiye dayanıyor. Ama olsun, iklim ve çevre sorunlarının beraber düşünülmesi iyidir. Yanlış bilgiye dayalı akıl yürütmenin sakıncası ise şu: Fosil yakıt kullanımını azaltmaya yanaşmayan şirketler, toplumun dikkatini kolaylıkla diğer çevre sorunlarına (örneğin, plastiklerin bertarafına) ve bu sorunların çözümü için harcadıkları çabaya çekebiliyorlar. Plastik elbette ciddi bir sorun, ama küresel ısınma açısından fosil yakıtlar kadar değil.

İşte bu tabloda (yukarıda), üst paragrafta bahsettiğimiz yanlış bilgiye dayalı algının araştırma sonuçlarına doğrudan bir yansımasını görmekteyiz. Ormansızlaşmanın da iklim değişimine yol açtığı doğrudur. Fakat yeşil alanların arttırılması, küresel ısınmayı durdurmak bakımından görece önemsiz. ASIL meselemiz fosil yakıt (kömür, petrol türevleri vb) tüketimi, ve bunun mümkün olduğunca azaltılması. Meselenin bu olduğu hususunda toplumu da ikna etmek, insanlara doğru bilgi ulaştırmak zorundayız. Duygusal tepkiler yerini akılcılığa bırakmalı.

Araştırmanın genel bir özetini gördüğünüz bu slaytta (yukarıda), en alt satırda yazanların birer ‘bilgi’ymiş gibi anlaşılma riski var, onu hemen düzeltelim: Bunlar sorulara cevap verenlerin algı ve görüşleri… Ve burada da, ormanlık alanların kaybının küresel ısınmayı tetikleyen etkenler sıralamasında yanlış bir şekilde en başa geçmesi söz konusu (önceki paragraflarda bahsi geçen konu). Bu algıyı düzeltmemiz, küresel ısınmaya yol açan bir numaralı etkenin fosil yakıt kullanımı olduğunu vurgulamamız, bu konudaki bilinci arttırmamız gerekiyor.

Yazımızın sonuna geldik. Yağmurun, karın, soğuğun kıymetini anlayabilmek için insanlık olarak böyle büyük bir belaya bulaşmak durumda kalmasaydık keşke, ama olan oldu. Sorumluluk duygusu ve doğru bilgi ile hareket edersek en kötü iklim senaryolarının gerçek olmasını engelleyebiliriz belki. Yani, umarız. İnşallah.
Öncelikle kombi ve klimalar da atmosfere salgılanan zararlı gazların yardımcı oyuncularından (sektör olarak son zamanlarda bunu gelişen teknolojiyle minimize etmeye başlasalar da). Bu anlamda kombi ve klima üreticisi Alarko Carrier gibi bir firmanın bunu dert edinmesi çok önemli, demek ki herkes elini yavaştan taşın altına koyacak, güzel, tebrikler bu arastırma için.
Bir teşekkür de her zamanki gibi size hocam, yorumlarınızla çok güzel özetlemişsiniz bizdeki algı durumunu.
Evet, fosil yakıtlar en büyük sebep gözüküyor sizin özellikle altını çizdiğiniz gibi. Ancak sanayiden gündelik hayattaki biz fanilere kadar herkes ve her şey de dibine kadar hala fosil yakıtlara bağlı. Ne yapalım, doğal gaz yakmayalım mı mesela? Ya da üstümüz başımızdakiler bile polyester ve türevleriyle giderek artan oranda (maliyet avantajından endüstrinin böyle ürünleri daha çok sunmasından tabii) donanırken, benzinli arabaya mahkumken – elektrikli otoların menzil sorunu çözülmeden ve ekstra teşvik gelmeden yaygınlaşması çok zor – para hala büyük oranda fosil yakıtların getirdikleriyle kazanılırken nasıl olacak bu işler 🙂
Bu gibi temel şeylerin karşısına global çapta doyurucu cevaplar koymadan ilerleme beklemek aşırı iyimserlik. En az küresel iklim değişikliği kadar bunlara da kafa yorup alternatif bulmak gerekiyor. Yoksa insanlar bana ne ya der ve devam eder çoğu zaman yaptığı gibi. Olan da sonrakilere olur bu kafayla.
Öncelikle mevzunun böyle konuşulması gerekiyor tabii her yerde… Tekrar teşekkürler, ben gelmesi beklenen kıytırık kar icin serbest atışa geçiyorum 🙂
Çok başarılı olmuş ben de sizleri tebrik ederim. Büyük bir ilgiyle okudum ve sizleri de takip ediyorum. Aslında burada, bu önemli araştırmaların, konuların içinde olan birisi değilim. Sıradan bir vatandaşım dersem yanlış ifade etmiş olur muyum bilemiyorum. Sizlerin araştırmalarınıza yorum yapamam, ama belki bir kaç şeye dikkat çekebilirim. En son geçen sene İstanbul’da yaşadığımız fırtına korkutucuydu. Şehirde neredeyse hemen her bina hasar aldı. Bizim oturduğumuz bina çok yeni olmasına rağmen, (sekizinci kattayım bu arada) panjurlarımız parçalandı ve bir kısmı uçtu. Yağmur olukları çatıda parçalandı. Şimdi, biliyorum, iklim değişikliği konusu öncelikle biliminsanlarının, sonra ülkelerin, sonra hükümetlerin, ilgili kurumların ve belki de en son noktada biz, halkın ilgilendiği bir konu olsa gerek. Ben bu tablonun en sonunda yer aldığım halde, ilgileniyorum, bireysel olarak kendimi korumak, evimi korumak adına ilgileniyorum. Ama ortada şöyle bir gerçek var, artık iklim dediğimiz olgu, yeni bir yüzle çıkıyor karşımıza ve çok ivedilikle şehirleri, insanları daha koruyucu bir alan içine yerleştirmemiz gerekiyor. Görünen o ki, sadece deprem değil risklerimiz, her gün yeni bir şey ekleniyor. Bugüne kadar hiç bir gazetede rastlamadığım bir bilgi gördüm geçen gün, Bofor listesini yayınlamışlardı, 7 ne demek, 9 ne demek diye…Çünkü bu gece yarısı bir fırtına bekleniyor ve Çarşamba günü pik yapacağı söyleniyor. Ben en son fırtınadan bu yana her gün hava durumu ve rüzgar durumu takip eder oldum… yapabileceğim tek şey fırtına şiddetlendiğinde panjurlarımı tamamen açmak, firma yetkilileri böyle söylediler. İklim değişikliği ile bence herkes ilgilenmeli, neler oluyor, ne yapmalıyız, nasıl korunabilmeliyiz. Doğal gaz bacaları ve fırtına… gibi teknik konuları herkesin bilmesi gerek diye düşünüyorum. Bu arada, hava tahminleri de ne derece doğru olabiliyor… belirttiklerine göre 9 bofor, bir fırtına olacakmış bu geceyarısından sonra, yine çatılar uçabilir deniyor… Umarım yanılırlar. İlgilenmenin, yani ilgilenmenin ötesinde çok ciddi bir bakış açısı ile yenilenme gerekiyor. Gerek mimaride, gerek şehirleşmede, gerek inşaat alanlarında, vs. Sadece depreme göre değil, rüzgar ve yağmura göre de… Bundan sonra iyiye doğru yani eski iklimlere, eski mevsimlere dönmek olanaklı değil gibi…. o son noktayı geçtik sanırım. Bugün bir gazetede okuduklarım ne derece doğru bilemem ama bir kez daha sorunu vurguluyor gibi, “ABD’de yapılan yeni bir araştırmaya göre, korona virüs karantinasının yıldırım düşmesi riskini önemli ölçüde azalttığı belirtildi. Çalışmada, atmosferdeki aerosol adı verilen küçük parçacıkların yıldırımlara katkıda bulunduğu ve fosil yakıt kullanmak gibi insan faaliyetlerinin aerosolleri serbest bıraktığı aktarıldı. Pandemi sırasında atmosferdeki aerosol konsantrasyonunun azaldığı belirtilen araştırmada, 2018 yılına kıyasla 2020 yılında yıldırım sayısının yüzde 19 düştüğü vurgulandı.”
Teşekkür ederim, nia
Elinize sağlık hocam. Teşekkür ederiz.
Çok başarılı bir çalışma olmuş. Ayrıca sponsorlu ilk çalışmamanız için tebrik ederim.
Yazı için teşekkürler.