ABD’nin, kâr amacı gütmeyen en saygın bilim kuruluşlarından olan Berkeley Earth‘ün basın bildirisini (burada) sizin için aşağıda Türkçeye çevirdim. Berkeley Earth, çalışmalarını, insan kaynaklı küresel ısınma konusunda şüphesi olanların şüphelerini ciddiye ve dikkate alarak yapan bir kuruluş. Açıklamalarındaki bazı kısımlar özellikle önemli, o kısımları koyu yazarak belirttim. Çevirinin daha anlaşılır olması için kendi yaptığım eklemeleri de parantez içlerinde eğik olarak yazdım.
Dr. Ozan M. Göktürk
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi
——–
2016, insanların kayıt tutmaya başladığı zamandan bu yana açık ara en sıcak yıldı. Küresel ortalama sıcaklık (dünyanın hemen her noktasında ölçülen sıcaklıkların ortalama değeri), büyük bir El Nino hadisesinin de doping etkisi yapmasıyla, yılın ilk aylarında aşırı derecede yüksekti. Küresel yüzey sıcaklıkları 2016’nın ikinci yarısında düştü, fakat yine de küresel ısınmanın devam ettiğini göstermektedir.
Berkeley Earth’ün, istatistiksel olarak anlamlı olmadığını her zaman vurguladığı küresel ısınma duraklamasının (global warming pause) geçici bir dalgalanma olduğu şu an gayet açık biçimde gözükmektedir. (Yukarıdaki grafikten de anlaşılacağı üzere yaklaşık 2002’den 2014’e kadar küresel ortalama sıcaklıkta ciddi bir artış yoktur; bu durum bilimsel camianın da farkında olduğu bir durumdu ve küresel ısınma duraklaması olarak adlandırılıyordu.)
Berkeley Earth’ün baş bilim insanı Robert Rohde, “2016’daki rekor (küresel ortalama) sıcaklık, ara vermeksizin devam etmekte olan uzun dönem küresel ısınma trendinin üzerine gelen güçlü bir El Nino‘dan kaynaklanmış görünüyor” dedi.
Buna ek olarak, 2016’da Kuzey Kutbu bölgesinde (Arctic) sıradışı bir ısınmaya şahit olduk. Bundan dolayı da, Kuzey Kutbu sıcaklıklarının nasıl enterpole edildiği küresel sıcaklık ölçümleri üzerinde artık ciddi bir etkiye sahip (kutuplardaki sıcaklık ölçüm verileri dünyanın diğer bölgelerine kıyasla sayıca çok daha az, dolayısıyla kutup bölgelerindeki sıcaklıkların bir kısmı istatistiksel yöntemlerle diğer verilerden bulunuyor, buna enterpolasyon deniyor). Berkeley Earth bilimcilerinden Zeke Hausfather şöyle dedi: “2015 ve 2016 küresel sıcaklıkları arasındaki fark, Berkeley kaydında NOAA ve Hadley Center kayıtlarındakilere nazaran çok daha fazla; çünkü onlar Kuzey Buz Denizi’ni (Arctic Ocean) (hesaplamaya) dahil etmiyorlar, biz ediyoruz. Kuzey Kutbu bölgesi geçtiğimiz aylarda rekor sıcaklıklar gördü; ve bunu hesaplamanın dışında bırakmak, yakın zamandaki küresel ısınmanın gerçekte olduğundan önemli ölçüde daha zayıf olduğu şeklinde (yanlış) bir tespite yol açar.”
Berkeley Earth’ün genel müdürü (executive director) Elizabeth Muller, “Küresel ısınmanın gerçek ve insan kaynaklı olduğuna dair ikna edici bilimsel kanıtlarımız var. Fakat ‘iklim değişimi’ olarak rapor edilen şeylerin çoğu abartılmaktadır. Fırtınaların, kuraklıkların, sellerin ve sıcaklık dalgalanmalarının arttığı yönündeki haber başlıkları normal bilimsel standartlara oturtulmuş değildir. Gelecek on yıllarda (bu tip şeylerin küresel ısınmayla ilgili olup olmadığını) muhtemelen daha iyi bileceğiz; şimdilik en sağlam temellere oturan sonuçlar (küresel ortalama) sıcaklığın yükselmekte olduğu ve bunun insanların sera gazı salımlarından kaynaklandığıdır. Şurası muhakkaktır ki küresel ısınmanın etkileri, halen çoğu insanın günlük hayatta fark edebileceği düzeyde değildir.” dedi.
Berkeley Earth’ün bilim müdürü Richard Muller da şöyle dedi: “Devam eden küresel ısınmanın, bizi bugüne kadar insan uygarlığınca tecrübe edilmemiş bir (küresel) ortalama sıcaklığa ulaştıracağını öngörüyoruz. Bu artışı yavaşlatmak veya durdurmak akıllıca olur. En etkili ve ekonomik yöntem nükleer enerjiyi teşvik etmek, doğalgazın gelecekteki kömür santrallerinin yerini alması ve enerji verimliliğindeki iyileştirmenin devam etmesi olacaktır.
2016 yılı en sıcak yıl olduğuna göre ve yazının son bölümünde Berkeley Earth’ün bilim müdürü Richard Muller’in “En etkili ve ekonomik yöntem nükleer enerjiyi teşvik etmek, doğal gazın gelecekteki kömür santrallerinin yerini alması ve enerji verimliliğindeki iyileştirmenin devam etmesi olacaktır.” cümlesi ile ilgili bir açıklama yapmamda fayda var:
Paris Anlaşması, AB’nin enerji ve iklim değişikliği politikası, elektrik enerjisi üretiminde kömürün yeri, sera gazı emisyonlarındaki payımız başlıklarında kısa bir yolculuk öneriyorum:
Paris’te geçen Aralık ayında dünya, kendine iddialı bir hedef koydu: küresel ortalama sıcaklık artışını 2 derecenin mümkün mertebe altında ve endüstri öncesi düzeylerin 1,5 derece üzerinde sınırlamak. Bu ayın başlarındaki G20 zirvesinde, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri Paris anlaşmasına resmi olarak bağlılıklarını bildirdiler. Bu, sera gazı emisyonlarını kesmeye ve küresel ısınmayı sınırlamaya yönelik uluslararası çaba için önemli bir adımdır. Ancak, imza sahibi ülkeler tarafından şimdiye kadar verilen mevcut azaltma taahhütleri bu iddialı hedefi karşılamak için yeterli değildir.
(Avrupa Çevre Ajansı) (http://www.eea.europa.eu/tr/articles/parisin-otesinde-dusuk-karbonlu-ekonomiyi)
Avrupa Birliği’nin Paris hedefini uygulamaya katkıları nasıl olacak sorusunun cevabı ise 2030 ve 2050 enerji ve iklim değişikliği hedefleri ile ortaya koyulmuştur.
Avrupa Komisyonunun enerji alanındaki 2030 hedefleri şu şekilde sıralanabilir:
• 1990 seviyelerine kıyasla sera gazı emisyonlarında% 40’lık bir azaltma,
• Yenilenebilir enerji tüketiminin en az% 27 payı
• Her zamanki senaryoya kıyasla en az% 27 enerji tasarrufu
Avrupa Komisyonu, hedefleri gerçekleştirmek için şunları önermektedir:
• Yeniden yapılandırılmış Avrupa Birliği emisyon ticareti planı (ETS)
• Enerji sisteminin rekabetçiliği ve güvenliği için yeni göstergeler; Örneğin: Büyük ticaret ortakları ile fiyat farklılıkları, arz çeşitliliği ve AB ülkeleri arasındaki enterkonnekte kapasitesi gibi
• Rekabetçi, güvenli ve sürdürülebilir enerji için ulusal planlara dayalı yeni bir yönetişim sistemi. (https://ec.europa.eu/energy/en/topics/energy-strategy/2030-energy-strategy)
2050 için ise;
• Enerji sisteminin karbonsuzlaştırılması teknik olarak ve ekonomik olarak mümkündür. Uzun vadede, emisyon azaltma hedefini gerçekleştiren tüm senaryolar mevcut politikaların sürdürülmesinden daha ucuzdur.
• Seçilen enerji çeşitliliğinden bağımsız olarak, yenilenebilir enerjinin payının artırılması ve enerjinin daha verimli kullanılması kritik önem taşır.
Temmuz 2009’da Avrupa Birliği ve G8 liderleri, 2050 yılına kadar sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin en az % 80 altına düşürme hedefini açıkladılar. Ekim 2009’da Avrupa Konseyi, Avrupa ve diğer gelişmiş ekonomiler için uygun azaltma hedefini belirledi. Bu hedef 2050 yılına kadar emisyonlarını 1990 seviyelerinin % 80-95 altında çekmektir. (https://ec.europa.eu/energy/en/topics/energy-strategy/2050-energy-strategy)
Görüldüğü gibi enerji verimliliği bahsi politikaların tamamında ön plandadır. Ancak temel eleştiri noktam; doğal gazın gelecekteki kömür santrallerinin yerini alması bahsi ile ilgilidir.
AB’nin 2016’da yayınladığı istatistiklere bakıldığında (https://ec.europa.eu/energy/sites/ener/files/documents/pocketbook_energy-2016_web-final_final.pdf)
2008’den itibaren (ekonomik krizi unutmamak gerek) doğal gaz ile elektrik üretimini azalttığı ve enerji ve iklim değişikliği politikalarına bağlı gelecek yıllarda da azaltacağı anlaşılmaktadır. Doğal gaz kullanımı da sera etkisine yol açan gazların salınımına yol açtığı için, yenilenebilir enerji türlerinin teşviği ön plana çıkmaktadır. Doğal gaz kullanımı küresel ısınmaya yol açmaz gibi bir yaklaşımın hızla terkedilmesine ihtiyaç vardır.
Tabii burada gözden kaçmaması gereken bir nokta, AB’nin hala katı yakıt -kömür demekten kaçınarak- kullanımını sürdürmesidir. 1990 da elektrik üretiminin % 39.3’ünü katı yakıtlardan sağlayan AB 2014 yılında bu payı % 25.3’e kadar indirmiştir. AB halen elektriğinin dörtte birini katı yakıtlardan sağlamaktadır. Temiz Kömür Teknolojilerinin geliştirilmesine kaynak ayırmakta hem katı yakıtlı yakma tesislerinin hem de nükleer enerji santrallerinin elektrik üretimindeki payını da kademeli olarak azaltmaktadır.
Küresel ısınmaya yol açan sera gazı emisyonlarında 2013 verilerine göre % 10,8 paya sahip Avrupa Birliği ülkeleri, yenilenebilir enerji kaynaklarını aktif hale geçirerek mücadeleye katkı sunmayı istemektedir ki bunu da Avrupa, 7. Çevre Eylem Programın’nda belirtildiği üzere 2050’ye kadar “bu gezegenin sınırları içinde iyi yaşama” şeklinde özetlemektedir.
Başarısını ya başarısızlığını istatistiklerden takip edeceğiz.
Kendi öz eleştirilerini şu adresten (http://www.eea.europa.eu/tr/pressroom/newsreleases/avrupa2019da-cevre-2015-gelecekteki-refah) inceleyebilirsiniz.
Peki AB yenilebilir enerji yatırımlarını sadece küresel ısınma ile mücadele için mi yapıyor sorusunun cevabını ise ayrı bir yazıda paylaşabilirim.
Özetlemek gerekirse:
Gelişmekte olan ülkemizin kısa orta ve uzun vadeli sera gazı emisyonlarını azaltma planlarının içinde yer alması gereken yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının hızla uygulamasına ihtiyacımız var. Fosil yakıt kullanımını hızlı bir şekilde aşağıya çekmemiz gerekli. Buna doğal gaz kullanımını da katmalıyız. NEDEN? Ülkemizin bu iklim değişikliği içindeki payını azaltmak için!
Peki payımız ne kadar?
Türkiyenin 445,640 kt CO2 eşdeğeri sera gazı emisyonu varken AB’nin on katından fazla olarak 4704,011 ktCO2 eşdeğeri emisyonu söz konusudur. ABD ve Çin’den ise hiç bahsetmiyorum bile Ve Ülkemizin küresel ısınmaya yol açan gazların salınımdaki payı % 1 civarındadır (Trends in Global CO2 Emissions 2015 Report, sayfa 27; http://edgar.jrc.ec.europa.eu/news_docs/jrc-2015-trends-in-global-co2-emissions-2015-report-98184.pdf)
Bir soru ile konuyu bağlamak istiyorum; Acaba gelişmiş AB, sera gazı emisyonlarında hedeflediğini % 40 azaltmayı geçtim % 10 sağlasa ne olur? Cevabı açıktır: Küresel ısınmaya Türkiye’nin tüm emisyonlarının katkısından daha fazla bir etkiyi ortadan kaldıracaktır.
Kelimelerin yanlış anlaşılmasından imtina ediyorum. Elbette küresel ısınma ile mücadele sürdürülmeli ancak gerçekten bu işin neresinde kaldığımızı, etkileyen mi etkilenen mi olduğumuzu iyi tartmamız gereklidir.
Küresel ısınmanın etkilerini iklim değişikliği ve meteorolojik şartlardaki ekstrem olaylar olarak yaşayan tüm Hava Delileri’ne güzel bir hafta sonu dilerim.
Ozan Hocam, teşekkür ederiz.
Küresel ısınma Dünya nın bütün dönemlerinde vardı , yani yüzbinlerce yıldır var. Dev göktaşı çarpmalarıyla oluşan ve bütün Dünya yı kaplayan yangınları yaşamış , 30kg üzerinde hiçbir canlının hayatta kalmadığı dönemleri yaşamış bir Dünya dan bahsediyoruz; Küresel ısınma hadisesi (sera gazı salınımına bağlı) kutup bölgelerindeki buzulların erimesini belli miktarın üzerine çıkartmasından Dünya daki toplam sıvı formda su miktarı artacak , soğuğu da sıcağı da daha dengeli depolama yeteneğimiz artacak yani ; sonra Dünyamız mini bir buzul çağıyla belli bir süre kendini Güneş in enerjisini emmekten mahrum bırakacak , aslında küresel ısınma buzul çağını tetikleyecek , kaynaklar tamamen tükenecek , doğal seleksiyonla insan ırkı belki 300-500 binlere inecek , bununla beraber soğuyan hava ozon tabakasını Dünya nın genelinde inceltecek ve bizim hayatımız için zorunlu olan uv-B ışınlarını daha rahat almamızı sağlayacak ( kapalı havalara ve yılın her döneminde az ışın alımına rağmen ) , kalan 3-5 yüzbin kişi çok daha sağlıklı bir insan ırkı olarak ve sera gazı salınımının çok daha az olduğu ve onarılmış bir Dünya ile nesillerini devam ettirecekler…… Böyle 100 sayfa yazmaya devam edebilirim ama okuyan arkadaşlara işkence olmasın 🙂 , Küresel ısınmanın çözümü zaten Dünya nın içinde var , ısınma belli düzeye çıkınca yok olması gereken ırk , tür , cins düzeyinde canlılar yok olur ve bu durum sona erer , insanlık gelecek nesillerini düşünürken , şimdiki zaman için kendi çocuğunun hangi okula gideceğine karar vermek dışına çıkamadıkça , ırkımız yok olma tehlikesi altındadır…
yazı iyi başlıyor ama, değerlendirmenin sonunda nükleer santral ve doğal gazı tavsiye etmesi, tutarsız olmuş.
Bence tutarsız bir durum yok, bu bir tercihtir. Nükleer enerjinin küresel ısınma açısından olumsuz bir tarafı yok. Başka riskleri çok, o yüzden ben de karşıyım, bu ayrı.
iklim değişikliği çoklu ve karmaşık modellemelerle açıklanabilen bir sorun. ekonomik açıdan yaklaşıldığında da, gelişmekte olan ülkelerin karbon ayakizinin büyüklüğü ve enerji ihtiyacı sorunu önümüze çıkıyor. ancak gelişmekte olan ülkelerin demokratikleşme ve adalet eşitsizliği gibi sorunları göz önünde tutulursa, nükleer santral gibi yapıların denetimden ne kadar uzak olacağı aşikar. yüzeysel çevreci propoganda yapmıyorum. ama ekoloji-iklim değişikliği-çevre hakkı gibi konularda net, kesin cevaplar yetersiz kalıyor. bu yüzden, “nükleer, doğalgaz vs..” gibi ezberden cevaplar dünyanın tümü için çözüm olmuyor.
Nükleer santrali düzgün işletirsen çevreye hiçbir zararı yok. Dünyada yüzlerce tane nükleer santral var, hepsi sorunsuz çalışıyor. Bir tek çernobil patladı o da deney yaptıkları için patladı normal çalıştırsalar sorun olmayacaktı. Japonyadaki de deprem yüzünden zarar gördü bunlar ekstrem durumlar.
Dünyanın nüfusu biraz azalsa yenilenebilir enerjiler yeterli olacakta bu kadar nüfusu beslemek için nükleer şart.
Küresel ısınma yok diyenler vardı. 😉
Enteresan, bilimsel bir açıklamayı deneysel doğrulama yapma şansımız var, açıklamayı şubat doğalgaz faturasını görünce idrak edebiliriz. Geçen sene 485 gelmişti 🙂
Hocam gerçekten okuması çok zevkli mükemmel bir yazı olmuş. Bölgesel değil de küresel iklim ile ilgili yazılar daha ilgi çekici geliyor bana. Bu ve bunun gibi yazılarınızın devamını bekleriz 🙂