Haydarpaşa


(Fotoğraf: Merve Yıldırak)

Rahmetli babaannem anlatırmış: Annesinin de mensubu olduğu o koca aile, bohçaları sırtlarında, bir umut Sivas’tan kalkıp Dersaadet‘e gelmişler. Mutluluk kapısı demektir, İstanbul’a belki de en çok yakışan isimdir. Onlara ilk hoş geldiniz diyen Haydarpaşa gar binası idi, 1920’lerin sonu…

Lisedeydik. Okula gidiyoruz diye evden çıkıp, sırf el ele gezebilmek için İzmit’ten trene atladık ve büyük şehre gittik. Çünkü aşıktık, Haydarpaşa’ya sorabilirsiniz. Sene 1994’tü.

On yıl sonra, 22 Ocak 2004 sabahı, İTÜ’deki yüksek lisans dersime gitmek için yine İzmit’ten trene bindim. Bu sefer yalnızdım ve param da yoktu, İstanbul benim gibi çulsuz taşralıyı kolay kolay kabul edeceğe benzemiyordu. Ama mutluydum be: Dünyanın en güzel şehrine gidiyordum, ve orada dünyadaki en güzel doğa olayıyla buluşacaktım – O gün tipi bekleniyordu. Buluşmamızın yeri ve saati belli değildi, gerçi böyle daha heyecanlıydı: Acaba kar, kollarını boynuma nerede, saat kaçta dolayacaktı?

31 Ocak 2012, Saat 23:45. En soldaki benim. Fotoğraf: Cem Agan

Tren Haydarpaşa’da durduğunda, isteksiz isteksiz yere inen birkaç ıslak kar tanesinden başka bir şey göremedim, moralim bozuldu: Çok yağsın istiyordum, o kadar çok yağmalıydı ki her şeyi unutmalıydım, o beyaz gezegene üç günlük bir seyahat beni hayata, bütün zorluklara karşı dimdik edecekti.

Sağolsun, büyük saadeti Haydarpaşa gar binası hazırlamış. Peronlardan iskeleye çıkan kapılara doğru yürüdüm. Dışarı çıktığımda Boğaz’dan doğru esen sert rüzgar yüzümü tokatladı, kafamı o tarafa çevirdim: Yeni başlayan tipi Avrupa yakasını yavaş yavaş sarıyor; şehir, karın beyaz perdesinin arkasında görünmez oluyordu. İstanbul’da hep olageldiği gibi, hayal ettiğimden de güzeldi. “İşte bu,” dedim kendi kendime, “şehir tekrar ortaya çıktığında ben de yeniden doğmuş olacağım”.

Haydarpaşa denince benim aklıma ilk bunlar gelir. On yıllar boyunca yolu oraya düşen milyonlar da kimbilir neler yaşamış, iskeleye açılan kapılara, peronlara, raylara ne hatıralar gömmüştür. Şimdi diyorlar ki, yangın bir kundaklama olabilir, çünkü isteniyor ki bina ve çevresi halihazırdaki işlevini yitirsin, rant kapısı haline gelsin. O berbat fotoğrafları görmeye dayanamadım.

Kundaklama ya da değil, bilemem. Türkiye’de her şey olur, şaşırmam. Öyle bir yer, tut ki ihmalden yanmış olsun; bu daha mı az utanç vericidir? Herkesin bir şeyler yaşamış olduğu, tartışmasız herkese ait bir yeri, ticaret merkezi vb. haline getirip kalantorların keyfine sunmayı planlamak utanmazca değil midir? Kimsiniz siz arkadaşım? İsli ellerinizi İstanbul’un üzerinden çekin. O şehre sizin gibi kalbi kararmışlar değil, beyazlar yakışıyor.

Reklam

Yorum yazın...

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s