İlhan, büyük şairdi. Bulutlarla, şimşeklerle, karla kışla ilgili nefis laflar etmiştir. Sıcağı da es geçmemiş, görüyorsunuz. Bu mısraları acaba hangi tarihte yazdı, merak içindeyim.
Şundan dolayı merak ediyorum: Belli ki usta, çok sıcak bir temmuz gününde Maçka Parkı’na gidiyor. Öte yandan benim şiirden anladığım, parkın o kadar da sıcak olmadığı, çünkü çınarların gölgesinde sonbahar resimleri görüyor. Öyle sıcak bir günde, ancak esaslı bir poyrazın bir şaire böyle şeyler yazdırabileceğini sanıyorum. Maçka da Boğaz’dan güzel poyraz alır doğrusu. Aynı dün Balmumcu’nun poyraz nedeniyle 30 dereceyi, Sarıyer’in 28 dereceyi ancak görebilmesi gibi; o gün de Maçka’da sıcak çok bunaltmamış, insana sonbahar diye bir mevsimin de var olduğunu unutturacak kadar acımasızlaşamamış olmalı.
(Balmumcu sıcaklık kaydı – 31 Temmuz 2010)
Yani, o gün de şehri ateşe veren sıcak, aynı dünkü ve bugünkü gibi bir Basra sıcağıydı bence. Anadolu’yu da kendisi gibi kocaman bir alçak basınç alanı haline getiren Basra, denizin etkisinden uzak yerleri kavururken; kendisine, yani alçak basınca doğru denizden esen rüzgarlara karşı savunmasızdır. Deniz havasının girebildiği yerler görece daha az ısınır. İstanbul’da da bunu poyraz sağlar.
Denize hasret Anadolu şehirleri ise ne yazık ki kavruldu, İç ve İç Batı Anadolu’da 40 dereceler (bazıları rekordur), Güneydoğu’da 45 dereceler kol gezdi.
Sıcağın sonu da gözükmüyor işin kötüsü. Herkese kolaylıklar dilerim.
Ozan Hocam,
Edebiyatı iklim bilimiyle harmanlamak en çok sana yakışır. Çok çok güzel olmuş, eline sağlık.
Ayrıca bu aralar karşı karşıya kaldığımız nemle ilgili bi yazı bekliyorum senden. Malum, İstanbul çekilmez oldu… Kendimizi en çaresiz hissettiğimiz zamanlar bunlar, değil mi?
Sağolasın Tuğbacım.
İstanbul’un bugünlerde ne çekilmez olduğunu tahmin edebiliyorum. Hepinize kolay gelsin. Ayrı bir yazı için zamanım yok şu ara, yorumlar üzerinden gidiyorum.
Kendine dikkat et bu sıcaklarda.